Open your arms to change, but don't let go of your values

Author Archive

Kuş Tüyü Sembolizmi

Kızılderili inaçlarına göre şifalı tüyler
Kızılderililer için kuş tüyleri, büyülü koruyuculardır, savaşçıların başlarını, kalkanları süslerler ve insanı kötü ruhlardan, kabuslardan korurlar.

Mitolojik inançlarda kuş tüyü

Kuş tüyü; eski Mısır, Maya, İnka, Amerika kızılderilileri ve Asya Şamanizmde özel yere sahiptir; sembolik ve şifa verici öneme sahiptir.

Tanrıların, kralların ve kahramanların otorite ve güç sembolü olarak kullandığı tüyler; kuş sembolimiyle de ilintilidir. Gerçeğin, doğruluğun, ilâhî adaletin, hafifliğin ve göğe yükselme kuş figürleri ve kuş tüyleri ile sembolize edilir. Hiyeroglif yazısında hafiflik, yükseklik, uçuş kelimeleri tüyle oluşturulmuştur.

Kuş tüyü, Mısır inançlarında Tanrıça Maat ile özdeşleştirilir.

Beyaz tüy Tanrıça’nın sembolüdür. Ölümden sonra günah ve sevapların ölçümünü gösterem Mısır Hiyerogliflerinde tüy dikkat çekici bir rol oynar. Bir kefesinde ölünün kalbi, diğer kefesinde tüy bulunan terazi vardır resimlerde; ölen kişinin, dünyada günahlarının mı, sevaplarının çok olduğu tüyün ağırlığı ile ölçülür. Öte yandan karanlığın gerçeği gizlediğinden hareketle, tüy, gerçeği ortaya çıkan ışık sembolü olarak da görülür.

Tüyün ışığı sembolize etmesi inancına kızılderililerde de rastlanmaktadır. Tıpkı İnka ve Maya uygarlıklarındaki şeflerin başlıklarında da olduğu gibi Amerika kızılderilileri şeflerinin bol tüylü başlıkları da güneşi simgeler. Tüy, kızılderililer de şeflerin yanısıra, şamanların başlıklarında ve giysilerinde de yer alır. Kuzey Amerika kızılderilileri kartal kemiğinden çıkarılan düdük sesi eşliğinde icra ettikleri “güneşe bakan dansları”nda kartal tüyü kullanırlar.

Kartal tüyü kullanımı Asya Şamanizmi’nde de mevcuttur. Asya samanları, özellikle Samoyed ve Altay şamanları başlığına kartal veya kuğu tüyleri takarlar. Moğol şamanları da omuzlarında kanatlar bulunan bir giysi giyer. Kartal tüyü kullanımı Hititler’de de mevcuttur. Hitit bayram-larındaki adetlerden kartal tüyü ile su serpmeydi. Tüy, şamanın “uçuş” denilen trans deneyiminde sık sık rastlanan bir öğedir, şa törenlerinde de kullanılır.

Çin mitolojisinde tüy, “göğe yükselme” “ölümsüzleşme” sembolüdür.

Hint mitolojisinde yılanlar ırkının düşmanı olarak tanımlanan Vishnu-Puranalar “kuş tüylü ırk” olarak dikkar çeker.

Afrika ve Okyanusya yerlilerinde ve diğer birkaç mitolojide tüy boy gösterir.

James Churchward’ın Yitik Mu uygarlığı ile ilgili iddialarında tüy sembolünün kökeni kayıp Mu’da hüküm süren MU Uygarlığına dayandırılır… Yeni çağ efsanelerinin doğurduğu bu iddaları James Churchward; şu sözlerle izah etmeye çalışır: “Mu’da kraliyet tacını ve rahip-kral Ra-Mu’nun başlığını üç tüy süslerdi. Bu üç tüye Uygurlar’da da rastlanır. Mu’da sarı tüy kraliyet üyeleri, mavi tüy rahiplik kurumu, kırmızı tüy ise ordu üyeleri ve soylular içindi. Tüy takma alışkanlığını atalarından miras olarak almış bulunan Kuzey Amerika kızılderilileri savaşa gitmeden önce tüylerin uçlarını kırmızıya boyarlar. Tüyün Mu dilindeki karşılıkları ku, kuk ya da kukum idi ki, Mayalar’ın ilahı Kukul-Kan “tüylerle kaplı yılanların Efendisi” anlamına gelir….”

Kızılderili Bilgeliği – Wa’Na’Nee’Che’, Dennis Renault & Timoty Freeke / kizilderili.net / mistikalem


AGITATOR, Radik’in yeni albümü

Tuva Türkü Hömey  şarkıcısı Radik Tyulyusun yeni albümü ” AGITATOR” çıktı.   Radik müzik çalışmalarına Huun Huur Tu , Chalama Project ve Solo konserleriyle dünyanın heryerinde devam etmektedir.

Albüm ile aynı adı taşıyan ilk parça ” Agıtator”


AGITATOR, Radik’in yeni albümü

Tuva Türkü Hömey  şarkıcısı Radik Tyulyusun yeni albümü ” AGITATOR” çıktı.   Radik müzik çalışmalarına Huun Huur Tu , Chalama Project ve Solo konserleriyle dünyanın heryerinde devam etmektedir.

 

Albümün 2. parçası “HOOMEYIM” ( Hömeyim )  Moskova, DOM konseri

 


Kazakh Folk Song (Aynur Qalay – Jalghan Ay)

Tez geçer dünya oy,çar çabucak oy
Oynayıp gülüşün yaraşır,yaş çağında (genç çağında) ey dünya oy,
(Başka) Kişi yari kişiye yar olmuyo,oy oy
Balasın gibi (yavrusun gibi) bağrına basan beni ey dünya oy

Yalan oy,yalan dünya oy
Yanmayıp sönen arzu oy
Yare layık bir kalkan olanın
Canını derde salan oy

Ne yazık oy,yazık oy
Dünya (can) niçin en tatlı olandır oy!
Yaraşanı kınar (yere batırır)
Tuz deminde o ,yad(uzak olan) ile oy

Birileri mest,asumandaki (gökteki) ayı alanda oy
Dönüşende biri mest,peygambere oy dünya
Sudan taze,sütten ak
Kim var dersin oy oy?
Bu dünyada kirsiz(günahsız)
Sebiler gene oy dünya . (günahsız olanlar gene sadece sebilerdir)

Çeviri: Dengiz Turan


A Tuvinian Tale,Oskus-ool, the Fisherman


Hey Hey Hey Altayım!

Hey hey hey Tuularım!
Hey hey hey Suularım!
hey hey hey Altayım!
Eneyimm!

 


Hayatla ilgili 30 Şaman Öğüdü

1. Yolda yürürken bulduğun bir kuş tüyünü eve getir, bir vazoya koyabilir, asabilir yada rafta bulundurabilirsin. Bu cennetten sana gelmiş güçlü bir tılsımdır. Bu tarz ruhlardan size verilen işaretleri farketmelisiniz.

2. Nehirlerden taş topla. Büyük güç ve enerjileri vardır.

3. Tüm gücünle diğer insanlara yardım etmeye çalış. Eğer mutluluk veremiyorsan en azından zarar verme.

4. Zorluklar birer formalitedir. Ciddi zorluklar, daha ciddi olsalar bile hala formaliteden ibarettir. Gökyüzü oradadır, bazen bulutlarla kapanmış olsa bile bazen biraz çaba göstererek, mesela bir uçağa binerek aynı mavi gökyüzüne ulaşmak mümkündür. Herkese barış!

5. Bir hayale ulaşmak için bazen tüm gereken bir adım atmaktır. Zorluklardan korkmayın, her zaman vardırlar ve olacaktırlar. Hepinize amaçlarınız doğrultusunda temiz yollar!

6. Ahlaki olarak önceliğiniz başka birine zarar vermemek olmalıdır. Bu prensip oldukça güçlü olmalıdır. Sadece şöyle düşünün: “Hiçbir zaman hiç kimseye zarar vermeyeceğim.”

7. Canlılar için bir mutluluk kaynağı olabilirseniz siz kendiniz en mutlu olursunuz. Ve başkalarına acı çektirirseniz siz kendiniz de acı çekersiniz. Düşünün!

8. Günde en az bir saat sessizliğe zaman ayırın. Buna en az iletişime olduğu kadar ihtiyacınız var.

9. Sevebilme yeteneği Dünya üzerindeki en önemli yetenektir. Herkesi sevmeyi öğrenin, düşmanlarınızı bile.

10. Akarsulara çöp atmayın. Asla! Suyun ruhu çok sinirlenebilir. Ruhu yatıştırmak için ekmek, süt yada para atabilirsiniz.

11. Genelde geçmişimizi “altın çağ” yada “altın günler” olarak adlandırırız. Bu bir hatadır. Hayatımızda yaşanan her an tam olarak altın çağdır.

12. Mükemmel bir din ya da inanç yoktur. Kötü bir din de yoktur. Tanrı bir tanedir. İstediğinize dua edebilirsiniz ancak şu emirleri unutmayın: dürüst yaşa, atalarına saygı göster, ve sev.

13. Eğer Dünya’yı değiştirmeyi amaçlıyorsan önce kendini değiştir. Aşkın ve keyfin enerjilerini öğren. Bunlar bir insanın kilit anlarıdır. Gülümsemek, kahkaha ve keyif almanın çok büyük güçleri vardır. Bunu bir defa öğrendikten sonra kendinize sevginin kapısını açacaksınız.

14. Oldukça güzel bir deyiş vardır: Veren eli kısıtlı görme. Eğer mümkünse zayıf ve ihtiyacı olanlara para ver. Miktarı önemli değil ancak vermiş olmak önemlidir.

15. Hayat çok kısadır. Bunu gözyaşları, kavgalar, küfür ve alkol ile çarçur etme. İyi şeyler yapabilir, çocuk yetiştirir, dinlenir ve daha fazla mutluluk verici şeyler yapabilirsiniz.

16. Eğer sevdikleriniz size suçlu olmadığınız bir şey için kızdılarsa onlara sıkıca sarılın, ve onlar yatışıncaya kadar onları bırakmayın.

17. Ruhunuzda bir sıkıntı bir tükenmişlik hissediyorsanız şarkı söyleyin. Kalbiniz hangi şarkıyı söylemek istiyorsa. Bazen o da konuşabilmek ister.

18. Her zaman hatırla: Doğru din, doğru inanç ya da en becerikli şu veya bu inancın din adamı yoktur. Tanrı birdir. Tanrı dağın tepesindedir. Farklı din ve inançlar bu tepeye ulaşmanın farklı yollarını sunarlar. Kime istersen dua et, ancak bil ki senin asıl amacın günahsız olmak değil, tanrı’ya ulaşmaktır.

19. Eğer bir şey yapmaya karar verdiysen kendinden şüphe etme. Korku seni kendinden ve doğru yoldan saptırmaya çalışacak. Çünkü bu kötülüğün ana silahıdır. Eğer ilk defada başaramadıysan ümidini kaybetme. Her küçük zafer seni daha büyüğüne yaklaştırır.

20. Hayatta çok önemli bir şeyi hatırla. Herkes hakettiğini bulur. Problemlerin ruhuna ve düşüncelerine girmesine izin verme böylelikle problemler vücuduna da ulaşamaz.

21. Hayat sana yüzünü ya da başka bir tarafını çevirmiş olabilir. Ancak sadece çok az kimse aslında hayatı çevirenin gerçekte kendisi olduğunu anlıyabilir. Diğerleri hakkındaki tüm kötü düşünceleriniz size geri dönecektir. Kıskançlık da en sonunda size geri gelecektir. Buna neden ihtiyacınız var? Sakin ve ölçülü yaşayın. Kıskanç olmak iyi bir şey değildir ve hiç gerek de yoktur. Bu adamın büyük bir arabası varsa bu onun yüzünü daha güzel yapmayacaktır. Altın aslında kirli bir metaldir. Kıskanç olmaya ihtiyaç yoktur. Daha fazla gülümseyin ve yabancılar da size gülümseyecektir, hem de sevdikleriniz ve tüm hayatınızla beraber!

22. Size saygı gösterilmesini istiyorsanız başkalarına saygı gösterin. İyilik için iyilik, kötülük içinse bu kötülüğü yoksaymak yapılacak en doğru şeydir. Sizi kötü yapmaya çalışan biri onu yoksaydığınız için kendini gerçekte daha kötü hissedecektir.

23. İçmeyin. Hiç içmeyin! Alkol vücudu, beyni ve ruhu öldürür. Ben yıllardır içmiyorum. Eğer şamansanız veya ruhsal bir insansanız içerek bir süre sonra tüm güçlerinizi bitireceksiniz ve ruhlar sizi cezalandıracaktır. Alkol gerçekten de öldürür, aptalca şeyler yapmayın. Rahatlamak için hamama gidin, eğlence için şarkı söyleyin, iletişim ve ortak bir dil bulabilmek için çay için, ve bir kadını daha iyi tanımak için ona şeker verin!

24. Asla pişmanlık duyma! Ne olursa olsun bu ruhların isteğiyle olur ve bu her zaman en iyisidir.

25. Hayvanlara benzeyen taşları özel bir tören olmadan yerden almayın. Aksi takdirde çok ciddi bir nazara maruz kalırsınız. Eğer böyle bir taş bulduysanız ve yanınıza almak istiyorsanız bulunduğunuz yerin ruh efendisine başvurun ve ona bir teklifte bulunun, ardından bu taşı yerde beyaz bir bezle kaplayın ve böyle alın.

26. Güzel bir müziği dinleyerek kendinizi gün içerisinde aldığınız negatif enerjiden arındırırsınız. Müzik meditasyon gibidir. Sizi kendinize ve hayata geri getirebilir.

27. Kalbinizde her hangi bir baskı olmadan rahat nefes alabilmek için, ağlamayı öğrenin.

28. Eğer durum sizin çözemeyeceğiniz bir hal aldıysa ve hiçbir çıkış yoksa elinizi yukarı kaldırın. Ve elinizi sertçe aşağı indirirken “zıkkımın köküne git” deyin. Çok güzel bir deyiş vardır: Sizi yeyip yutmuş olsalar bile en azından 2 çıkış yolunuz vardır.

29. Kadınlar alışveriş yaparken ailelerinin önlerindeki günlerdeki mutluluğunu satın alırlar. Her bir taze, güzel, olgun ve güzel kokan meyve bu ailede mutlu ve sakin bir hayattır. Erkek, kendi tarafından kadına para sağlamalıdır. Böylece kadın en iyi kalitedeki ürünleri seçebilir. Yiyeceğe harcanan paradan kısan bir aile fakirleşir ve mutsuzlaşır. Bu kısıntı aslında sevdiklerinin mutluluğundan kısılır.

30. Kendinizi yanlış ya da birşey hakkında üzülüyorken bulursanız, vücudunuzu düzgün ve akıcı hareketlerle bir dans formunda hareket ettirin. Kötü enerjinizi yoluna sokup zihninizi çektiğiniz acıdan arındıracaksınız.

Alınan Kaynak


Kızılderililerin Şeref Yasaları;

Kızılderililerin Şeref Yasaları;

1 – Dua etmek için güneşle birlikte kalk. Tek başına dua et, sık sık dua et. Büyük Ruh dinler..
2 – Yollarında kaybolmuş olanlara karşı anlayışlı ol. Cehalet, kibir, öfke, kıskançlık ve açgözlülük, kayıp bir ruhtan kaynaklanır. Rehberlik bulmaları için dua et.
3 – Kendini, kendi kendine araştır, keşfet. Başkalarının senin yolunu senin için belirlemelerine izin verme. O senin, sadece senin yolundur. Diğerleri o yolu seninle birlikte yürüyebilirler, fakat hiç kimse o yolu senin için yürüyemez.
4 – Misafirlerine evinde saygıyla davran. Onlara en iyi yiyeceklerini ver, en iyi yatağı ver ve onlara saygı ve onurla muamele et.
5 – Herhangi bir kişiden, bir topluluktan, bir çölden ya da bir kültürden olsun, senin olmayan şeyi alma. O ne kazanılmıştır, ne de verilmiştir. Senin değildir.
6 – Yeryüzü üzerindeki her şeye saygılı ol – ister insan, ister hayvan veya bitki olsun.
7 – Diğer insanların düşüncelerini, isteklerini ve sözcüklerini onurlandır. Başka birinin sözünü asla kesme, alay etme ya da taklidini yapma. Herkese kişisel ifadeleri için izin ver.
8 – Başkalarına asla kötü bir şekilde konuşma. Evrene bıraktığın negatif enerji, sana katlanmış olarak geri döner.
9 – Herkes hatalar yapar. Ve tüm hatalar bağışlanabilir.
10 – Kötü düşünceler zihinsel, bedensel ve ruhsal hastalıklara neden olur. İyimser ol.
11 – Doğa bizim için değildir, o bizim bir parçamızdır. Onlar senin dünyasal ailenin parçalarıdır.
12 – Çocuklar geleceğimizin tohumlarıdır. Onların yüreklerine sevgi ek ve bilgelik ve hayatın dersleriyle sula. Onlar büyürken, onlara büyümeleri için yer bırak.
13 – Başkalarının kalplerini incitmekten kaçın. Verdiğin acının zehiri sana geri döner.
14 – Her zaman dürüst ol.
15 – Kendini dengede tut. Senin Zihinsel ben ‘in, Ruhsal ben ‘in, Duygusal ben ‘in ve Fiziksel ben ‘in – hepsinin güçlü, saf ve sağlıklı olmaya gereksinimi var. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsallıkta büyü.
16 – Kim olacağını ve nasıl davranacağını belirlerken bilinçli kararlar ver. Kendi eylemlerinin sorumluluğunu üzerine al.
17 – Başkalarının mahremiyetine ve kişisel yerlerine saygılı ol. Başkalarının kişisel eşyalarına dokunma, – özellikle kutsal ve dini eşyalarına. Bu yasaktır.
18 – İyi talihini başkaları ile paylaş.
19 – Başkalarının dini inançlarına saygı göster. Kendi inancını başkalarına kabul ettirmeye çalışma.
20 – Önce kendine karşı dürüst ol. Önce kendini besleyemezsen ve kendine yardım edemezsen, başkalarını besleyemezsin ve onlara yardım edemezsin.

 

13820682_10210426565608319_2000298541_n


Tuva Türklerinde Şaman Geleneği


Edegey- ”HAN KIZ” (“Кан-кыс”) Tıva Türkleri


THE ORPHAN’S LAMENT, HUUN HUUR TU


Zümrüd-ü Anka (Simurg), ruhun yücelmesi ve yaşarken yeniden doğuş

“Her ne istiyorsan kendinde ara. Senin içinde bir can var, o canı ara
Senin dağının içinde hazine var, o hazineyi ara
Eğer yürüyen dervişi arıyorsan; Onu senden dışarıda değil
Kendi nefsinde ara!”
Mevlana

“Gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur.”

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde muhteşem bir kuş varmış… Bu kuş, gücü, saf olmayı, kendini yaşarken yaratmayı, tekâmülü, erdemliliği, sadakati, zerafeti, hakkaniyeti temsil edermiş… Anka, erişilmezlik, yücelik ve olağanüstülük gibi özellikleri simgeler. Anka, birçok kültürde yer alan evrensel nitelikli mitolojik kuştur. Her kültürde Anka’ya yüklenen anlam, bunlarla ilgili inanç ve efsaneler ufak farklılıklar gösterse de, öz aynıdır.

Bütün milletlerin mitolojisinde olağanüstü ve büyük bir kuş bulunmaktadır. O, ulaşılması güç bir idealdir. “Anka, birçok gelenekte yer alan efsanevi, ölümsüz kuşun adıdır. Eski Yunan mitolojisinde “Phoenix”, Arap tradisyonunda “Anka”, İran tradisyonunda Simurg (Simorgh), Çin’de “Tanniao” ve kimi tradisyonlarda “Homa” ya da “Rokh” adını alır.” “Simurg veya bir diğer ismiyle Zümrüd-ü Anka efsanevi bir kuştur. Sênmurw ve Sîna-Mrû diğer isimlerindendir. İsim Avesta’daki “Saêna kuşu”ndan türemiştir. Farklı isimlerle neredeyse tüm inanç sistemlerinde, efsanelerde ve mitolojide mevcuttur. Çoğunlukla “Anka” olarak anılmıştır. Türk mitolojisinde karşılığı Tuğrul kuşu’dur.” “Bu kuş, efsanevi Kaf Dağı’nın üzerindedir; Yunan mitolojisine göre öldükten sonra küllerinden doğan harika bir kuştur; Taoizm’de ise ölümsüzlüğün spiritüel aydınlanmanın ve reenkarnasyonun sembolüdür.”

Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor: “Simurg, Fars (İran) mitolojisine ilişkindir. Osmanlılar döneminde veya günümüzde Türkler “Anka” veya “Zümrüd-ü Anka” ya da kimi görüşe göre bir de “Toğrul” derlerken bunun Batı’daki ismi “Phoenix”dir. Sîna-Mrû (Pâzand) SÃanmurw gibi isimleri de olduğu söylenmektedir. Farsça’da “si” 30, “murg” ise “kuş” anlamındadır. Böylece si+murg=30 kuş anlamına gelse de, mitolojide 30 ayrı kuştan bahsedilmiyor. Yanılgı burada. Mitolojide bahsedilen (hedefe ulaşan) “Simurg”’un 30 kuş büyüklüğünde tek bir kuş olmasından söz ediliyor.”

“Zümrüd-ü Anka, çeşitli dinsel ve büyüsel etkileri bulunduğuna da inanılan bir kuştur. Kaynağı eski Mısır inançlarında bulunmakla beraber Çin’den İran mitolojisine ve Müslümanlıktan Hıristiyanlığa kadar geniş bir inanç alanında yer alan bu kuş altın renkli uzun tüylü, kocaman, güzel sesli bir kuşmuş. Erkekmiş. Öleceği zaman yuvasını ateşe verip kendisini yakarmış, o yanarken yeni ve genç bir Anka kuşu meydana gelirmiş. Genç kuş babasının küllerini Heliopolis’te güneş tapınağına götürüp bırakırmış. Kimin başına konarsa ona büyük zenginlik ve mevki getirirmiş. Yüzü insana benzermiş, vücudu her hayvandan bir parça alınarak yapılmış, boynu çok uzun ve ak bir halkayla sarılıymış, Kaf dağında yaşarmış. Çeşitli adlarla anılır: Anka, Semender, Devlet kuşu, Phoenix, Tuğrul, Hüma, Simurg, Anka-yi Mugrib, Sireng, Zümrüt ve Zümrüd-ü Anka. Hiristiyanlar Phoenix adını verdikleri bu kuş mitinin yorumunu yapmışlar ve onu öldükten sonra tekrar dirilmenin simgesi saymışlardır. Temmuz, Osiris ve Adonis efsanelerinin kuşsal bir yinelenmesidir.”

“Anka; uzun boyunlu, ismi olup cismi olmayan büyük bir kuştur. Çeşitli efsanelere göre Anka, insanlar gibi düşünür ve konuşurmuş. Çok geniş bilgi ve hünerlere sahipmiş, kendisine başvuran hükümdar ve kahramanlara akıl hocalığı yaparmış. Tüyleriyle sıvazlayıp yaraları iyi eder, gözyaşı şifa verirmiş. Kaf dağını aşabilmek ve göğe yükselebilmek için Anka’ya binmek gerekirmiş. Dünyada her dönemde yalnız bir tane Anka kuşu olduğuna inanılırmış. Anka’nın ünlü Arap masallarından “Bin Bir Gece Masalları”’nda da sözü edilmiş, Anka ortaçağ Arap ve Fars bilim kitaplarına da girmiştir.”

“Anka, ölümüne yakın kendisine ottan çalıdan çırpıdan çok yüksek bir yuva yaparmış. Sonra bunu en dipten tutuşturur, en tepesine tüner ve en güzel şarkısını söylermiş. Buna Zümrüd-ü Anka’nın son şarkısı derlermiş.” Bir rivayete göre; yaşadığı müddetçe yere konmayan, ayağı toprağa değmeyen kuştur. “Anka bilgeliği temsil eder. Sadece bilgeliğinin doruğuna ulaşan kişi Anka kuşunu görebilirmiş.” denir. Kimi görüşe göre ölülere mezara kadar eşlik ettiğine inanılan kuştur.

İslam tasavvufçusu Feridüddin Attar “Mantık’ut- Tayr” adlı yapıtında Anka’nın hikâyesini anlatır. Anka kuşu ile ilgili bir hikâye şöyledir:

“Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg ( Zümrüd-ü Anka ya da Phoenix ), Bilgi Ağacı’nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu kuşun özelliği gözyaşlarının şifalı olması ve yanarak kül olmak suretiyle ölmesi, sonra kendi küllerinden yeniden dirilmesidir.

Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler. Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için ise yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş, hepsi birbirinden çetin yedi vadi… İstek, aşk, marifet, istisna, tevhid, hayret ve yokluk vadileri…

Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. İsteği ve sebatı az olanlar, dünyevi şeylere takılanlar yolda birer birer dökülmüşler. Yorulanlar ve düşenler olmuş… “Aşk Denizi”nden geçmişler önce…”. “Ayrılık Vadisi”nden uçmuşlar…”. “Hırs Ovası”nı aşıp, “Kıskançlık Gölü”ne sapmışlar… Kuşların kimi “Aşk Denizi”ne dalmış, kimi “Ayrılık Vadisi”nde kopmuş sürüden… Kimi hırslanıp düşmüş ovaya, kimi kıskanıp batmış göle…

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp. Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş. Kartal, yükseklerdeki krallığını bırakamamış. Baykuş yıkıntılarını özlemiş. Balıkçıl kuşu bataklığını. Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış. Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “Şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “Yokoluş”ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Sonunda sırrı, sözcükler çözmüş: Farsça “si”, “otuz” demektir… murg” ise “kuş”… Simurg’un yuvasını bulunca ögrenmişler ki; “Simurg – otuz kuş” demekmiş. Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş. 30 kuş anlar ki, aradıkları sultan kendileridir ve gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur…”

Hikâyenin bir başka anlatımı ise şöyledir:

“… Günlerden bir gün, dünyadaki bütün kuşlar bir araya gelirler. Toplanan kuşların arasında hüthüt, kumru, dudu, keklik, bülbül, sülün, üveyk, şahin ve diğerleri vardır. Amaçları, padişahsız hiç bir ülke olmadığı düşüncesiyle, kendilerini yönetmek üzere bir padişah seçmektir.

Hüthüt söze başlar ve Hz. Süleyman’ın postacısı olduğunu belirttikten sonra; kuşların Sîmurg adında bir padişahları olduğunu söyler. Ama hiç bir kuşun haberlerinin olmadığını, herkesin padişahının daima Sîmurg olduğunu belirtir. Ancak, binlerce nur ve zulmet perdelerinin arkasında gizli olduğu için bilinmediğini ve onun “bize bizden yakın, bizimse uzak” olduğumuzu anlatır. Simurg’u arayıp bulmaları için kendilerine kılavuzluk edeceğini ilave edince; kuşların hepsi de hüthütün peşine takılıp onu aramak için yollara düşerler. Kuşların hepsi de Sîmurg’un sözü üzerine yola revan olurlar…

Ama yol çok uzun ve menzil uzak olduğundan; kuşlar yorulup hastalanırlar. Hepsi de, Simurg’u görmek istemelerine rağmen, hüthütün yanına varınca “kendilerince geçerli çeşitli mazeretler söylemeye” başlarlar. Çünkü kuşların gönüllerinde yatan asıl hedefleri çok daha basit ve dünyevî’dir. Bu mazeretleri dinleyen hüthüt, hepsine ayrı ayrı, doğru, inandırıcı ve ikna edici cevaplar verir. Sîmurg’un olağanüstü özelliklerini ve güzelliklerini anlatır.

Hüthüt söz alır ve şunları söyler: Söyledikleri, ayna ve gönül açısından ilginçtir: Sîmurg, apaçık meydanda olmasaydı hiç gölgesi olur muydu? Sîmurg gizli olsaydı hiç âleme gölgesi vurur muydu? Burada gölgesi görünen her şey, önce orada meydana çıkar görünür. Simurg’u görecek gözün yoksa gönlün ayna gibi aydın değil demektir. Kimsede o güzelliği görecek göz yok; güzelliğinden sabrımız, takatimiz kalmadı. Onun güzelliğiyle aşk oyununa girişmek mümkün değil. O, yüce lûtfuyla bir ayna icat etti. O ayna gönüldür; gönüle bak da, onun yüzünü gönülde gör. Hüthütün bu söylediklerine ikna olan kuşlar, yine onun rehberliğinde Simurg’u aramak için yola koyulurlar.

Ama yol, yine uzun ve zahmetli, menzil uzaktır. Yolda hastalanan veya bitkin düşen kuşlar çeşitli bahaneler, mazeretler ileri sürerler. Hüthüt hepsine, bıkıp usanmadan tatminkâr cevaplar verir ve daha önlerinde aşmaları gereken “yedi vadi” bulunduğunu söyler. Ancak, bu “yedi vadi”yi aştıktan sonra Sîmurg’a ulaşabileceklerdir.

Ama pek çoğu, ya yem isteği ile bir yerlere dalıp kaybolur, ya aç susuz can verir, ya yollarda kaybolur, ya denizlerde boğulur, ya yüce dağların tepesinde can verir, ya güneşten kavrulur, ya vahşi hayvanlara yem olur, ya ağır hastalıklarla geride kalır, ya kendisini bir eğlenceye kaptırıp kafileden ayrılır. Bu sayılan engellerin hepsi de Hakikat yolundaki zulmet ve nur hicaplarıdır. Bu hicaplardan sadece otuz kuş geçer. Bütün vadileri aşarak menzil-i maksutlarına yorgun ve bitkin bir halde uzanan bu kuşlar, rastladıkları kişiye kendilerine padişah yapmak için aradıkları Simurg’u sorarlar. Sîmurg tarafından bir görevli gelir… Görevli, otuz kuşun ayrı ayrı hepsine birer yazı verip okumalarını ister. Yazılarda, otuz kuşun yolculuk sırasında birer birer başlarına gelenler ve bütün yaptıkları yazılıdır.

Tam bu sırada, Sîmurg tecelli eder… Fakat otuz kuş, tecelli edenin bizzat kendileri olduğunu; yani, Sîmurg’un mana bakımından otuz kuştan ibaret olduklarını görüp şaşırırlar. Çünkü kendilerini Sîmurg olarak görmüşlerdir. Kuşlar Sîmurg, Sîmurg da kuşlardır. Sîmurg’dan ses gelir: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla veya daha az gelseydiniz o kadar görünürdünüz. Çünkü burası bir aynadır!”

“Anka, insan dili bilen, mesajcı, akıl ve hikmet sahibi, mükemmel bir kuştur. Kahramanları taşır, uzak mesafelere yolculuk yaptırır ve yakıp kendisini tekrar çağırabilsinler diye onlara kendi tüylerinden birkaç tane bırakır.” “Mısır efsanesine göre üzerinde otuz çeşit kuşun rengi bulunur. Gözle görülmeyecek kadar yükseklerde uçar.”

“Bir antik İran tanımında Simurg’un kendisini alevlerle kaplayana kadar 1700 yıl yaşadığı, daha sonraki tanım ve kayıtlarda ise onun ölümsüz olduğu ve Bilgi Ağacı’nda bir yuvası olduğundan bahsedilmiştir. İran efsanesine göre, bu kuş o kadar yaşlıdır ki dünyanın yıkılışına üç kez tanık olmuştur. Tüm bu zaman boyunca, Simurg o kadar çok öğrenmiştir ki tüm zamanların bilgisine sahip olmuştur. Sasani Persler Simurg’un yere bereket bahşedeceğine ve dünya ile göğün arasındaki birliği sağlayacağına inanırlardı. Yaşam ağacında tünediğine ve her türlü şeytani şeyi tedavi eden, düzelten kutsal Haoma bitkisinin yöresinde yaşadığına inanılırdı. Daha sonraki İran geleneklerinde Simurg ilahiliğin bir sembolü haline gelmiştir.”

“Anka uçuşa kalktığında, bilgi ağacının yaprakları titrer her bitkinin tohumlarının dökülmesine neden olurdu. Bu tohumlar dünyanın her yanına dağılır gelmiş geçmiş her bitki çeşidinin kök almasını sağlar ve böylece de (bu bitkiler yoluyla) insanoğlunun tüm hastalıklarını tedavi ederdi. Kanatlarının bir dokunuşunun her türlü hastalık veya yarayı tedavi edeceğine inanılırdı.” Anka, bilgi ağacının tohumlarını insanlığa dökerek insanoğlunun gelişimi için rehberlik eden bir semboldür.

“Anka, tasavvufla ilgili mitsel özelliklerin sezildiği hikâyelerde de sıkça karşımıza çıkar. Cesaretin, gücün, kudretin, egemenliğin, bahtın, bolluğun, bereketin, güvenin, mutluluğun ve huzurun sembolüdür. Kül Tigin’e ait heykel başında da bu sembol vardır.”

Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, “Türk Mitolojisi” adlı eserinde konuya dair şunları söylüyor: “Önasya mitolojisinde başlıca iki önemil efsanevi kuş vardır. Bunlardan birincisi Arapların “Anka” dedikleri kuştur ki, biz Türkler bu kuşun Farsça ve Arapça adlarını birleştirerek Zümrüd-ü-Anka deriz. Aynı kuşa İran mitolojisi ise Simurg veya Sireng adını verirdi. Yine bu kuşun Kaf veya Elburz dağlarında yaşadığı söylenirdi. Bu kuşun tüyünü ele geçirenlerin en büyük sırra ve ölümsüzlüğe erecekleri iddia ediliyor ve efsanelerde böyle yazılıyordu. Bu kuşun Kaf dağında bulunduğunu daha ziyade İslami gelenek içerisinde Arap mitolojisi söylüyordu. İranlıların kutsal dağı ise Elburz dağı idi. Bu sebeple de onlar Simurg kuşunun Elburz dağlarında bulunduğuna inanıyorlardı. Öyle anlaşılıyor ki Türk mitolojisi, Ortaçağdaki İran mitolojisinden değil de, daha eski iran mitolojisinden tesirlerini almıştı. Bilindiği üzere; İran mitolojisinin en eski kaynaklarından biri de Zend-Avesta’dır. Her şeyin üstünde bulunan bir ağaç ve bu ağacın üzerinde de bir kuş vardı…”

“Er Töştük’ü alarak yeryüzüne çıkaran kuş, Anadolu masallarındaki Zümrüd-ü Anka kuşundan başka bir şey değildir. Er-Töştük masalında, bu kuşa “Kara-Kuş” yani kartal denmektedir. Tünediği ağaç ise Hayat-ağacıdır. Yine Orta Asya inanışlarına göre, ağacın altında bekçi olarak bir yılan bulunurdu. Buryatlar bu yılana “Abırğa” derler. Bu yılan hayat ağacını beklerdi.”

“Feridüddin Attar’ın, 1187’de yazmış olduğu Tuyûrnâme (Mantıku’t-tayr) veya “Kuşlar Meclisi” 4931 beyitten oluşan bir eserdir. Attar, Kuşdili olarak da bilinen bu mesnevî tarzı eserinde, tasavvufun Vahdet-i Vücûd anlayışını anlatır. Eserde sembolik dil kullanılmış; Hakikat’i arayanlar, yani Hakikat Yolunun Yolcuları kuşlarla simgelenmiştir. Sîmurg (Zümrüt-ü Anka) adlı efsanevî kuş, Allah’ın zuhur ve taayyünüdür. Ancak, Vahdet-i Vücut’a, yani Varlık Birliği’ne ulaşanlar, derin anlamları idrak edebilirler.” Anka sonsuzluktur.

“Sufi Ferîdüddîn-i Attâr bu kuştan kendini aramanın sembolü olarak söz eder. Önmeli bir özelliği ölümsüzlüktür. Ayrıca bu kuşlarla ile ilgili anlatımlarda bir yanma motifi bulunur. Bu efsanevi kuş sembolizmlerinde simgelenen başlıca anlamlar, spiritüel aydınlanma ve reenkarnasyon olarak açıklanır. Phoneix sembolizminde kuşun yanması cehenneme iniş deneyimini, yeniden doğması ise arınılarak saf şuur halinin elde edilişini simgelemektedir.” “Yer altına inme veya yer altında bulunma bir nevi olgunlaşma sembolü veya gizli sırlara vakıf olma ile eşitlenmiş olarak kullanılmaktadır. Anka’nın arayışı Bir’in arayışıdır. Zümrüd-ü Anka kuşunun Firdevsi’nin Şehname’sinde ve Mevlana’nın Mesnevi’sinde de ilginç öyküleri vardır. Hemen bütün inançlarda insan ruhunun ölüm sırasında bir kuş biçiminde vücuttan ayrıldığı ve uçup gittiği sanılmıştır. Kahramların yer altına inmeleri, onların miracı olarak yorumlanmalıdır. Bu kahramanların yer altına inmeleri de olgunlaşmaları, kâmil olmaları ile doğrudan ilgilidir.”

“Eski Mısırda efsaneye göre bu kuş çok parlak bir dönemi bildirmek ve yeni bir dönemi açmak için öbür dünyadan geliyordu. Yine bir rivayete göre Ramses’in firavunluğunun ilk dönemlerinde birgün bu kuş Memfis halkının gözü önünde belirdi ve efsanede belirtilen hedefi olan dikilitaşa kondu. Bu olaydan sonra halkın Ramses’e olan sevgisi, saygısı, bağlılığı büyüdü. Çünkü kuş o dönemin insanlarına göre öbür dünyadan gelen muhteşem bir işaretti.”

Alev içinde Anka kuşu önemli Gül-Haç ezoterik cemiyeti sembollerinden de biridir. Güneş ya da ateşi sembolize ettiği de söylenmektedir. Kendini yaşarken öldürüp küllerinden tekrar doğan bu çok güçlü kuş değişim ve gelişimin sembolüdür. Kimi görüşlere göre geçilen yedi vadi, vücutta bulunduğu söylenen yedi enerji merkezini aşağıdan yukarı doğru sırası ile temsil etmektedir.

“Gizem okullarında inisiyelerden Zümrüd-ü Anka veya dirilmiş insan diye bahsetmek yaygın bir adettir. Fiziksel doğum insana fiziksel dünyada nasıl bilinç veriyorsa, neofit, gizem okullarının rahminde geçtiği 9 mertebeden sonra, spiritüel dünyanın bilincine doğar. Bu Hz. İsa’nın “İnsan yeniden doğmadıkça, Tanrı’nın Krallığını göremez” dediği zaman bahsettiği inisiyasyon gizemidir. Zümrüd-ü Anka bu spritüel hakikati en iyi temsil eden semboldür.” Anka spiritüel zaferin ve başarının sembolüdür. Bütün inisiyeler ve filozoflar için kıymetli bir semboldür. “O, yaratıcı enerjinin dönüşüm ve yenilenmesinin, büyük çalışmanın tamamlanmasının sembolüdür.”

“Gnostisizme göre Güneş, Mesih yani Tanrı’nın oğludur. Tasavvufta, gözle görülmediği için Anka kuşu, vücut ve dünyanın maddî ağırlığın­dan kurtulmuş ruhu ifade eder.” İsmi olup cismi olmayan nesnedir. (Anka-yı lâ-mekân: Yeri ol­mayan Anka; Tanrı.)

Can Dündar şöyle diyor: “Simurg olabilmek ve Simurg’a varmak zordur. Zordur aşk, bencillik, inkâr, yılgınlık, kıskançlık, şaşkınlık ve yokluk vadilerinden geçmek… Uzun, zorlu engelleri aşarak Simurg’a varmak çok zordur. Beklenen, istenen, gereksinim duyulan Simurg’un kendisi olduğunun farkına varmak daha zordur… Kendi küllerinden yeniden dirilmek her kesin harcı değildir. Ve her birimiz birer Simurg, hepimiz Simurg olmayı göze almadıkça, özgürlükten,
güzel yarınlardan bahsetmek. Kolay değil, inançla-bilinçle-dirençle uzun ve
zorlu mücadele maratonunda yalpalamadan, yılmadan yola devam etmek. İnsanlık tarihi bize göstermiştir ki, bu yolculuk çok uzundur ve çok zorlu bir yolculuktur. Simurg’a varmak için Simurg olmak gerekir.”

“Anka’da ruh gelişim sürecini tamamlar. Zümrüd-ü Anka aynı zamanda kendi mezarı olan yuvasını yapar ve onu yakarak kendini küle çevirir. Fakat yenilenerek küllerinden dirilir. O kendi varlığını öyle bütünselleştirmiştir ki artık varlığının temeli olarak fiziksel bedenine bağlı değildir. O artık ruhani olanın eminliğindedir, bu anlamda o Ruhani Benlik’e, Felsefe Taşı’na ulaşmıştır.”

Tamer Ayan şöyle diyor: “Kuşlar, “Hakikât Yolunun Yolcuları”; Simurg, “Hakikât” olarak tanımlanır. İnsan ömrünün engebelerine eşdeğer merdiven
basamaklarını çıkabilmek ve sonunda ancak çok az kişinin hedefine
ulaşabilmesi şeklinde düşünülebilir. Bunlar, tekamül merdiveninin, istek’ten Fenâ’ya doğru çıkan basamaklarıdır. Kuşların bazıları, Fenâ’dan daha ileri gide­rek Fenânın da Fenâsını, yani Bekâ’yı idrak eder. Sîmurg (otuz kuş), yani Anka ise, Allah’ın zuhûr ve taayyünü­dür. Tûyurname, bir vadiden öteki vadiye sırayla geçilerek olgunlaşmak şeklinde kuşlarla temsil edilen ilginç bir örnektir. Simurg kuşu,
bir tekamül hedefinin sembolüdür ki, bu hedef ezoterik bilgilerde nefsaniyetini tümüyle alt etme ve Dünya gezegeni okulundan mezun olacak düzeye gelme olarak ifade edilir.”

“Hayranlıkla bakılmamak bir Anka kuşu için büyük zulümdür” denmiştir. Anka “karar ver” der. Yeni bir insanlık, uygarlık, yeni bir ben için baştan başlamak yeniden doğmaktır. Bireyin değişim ve dönüşüm sürecidir. Kendini aramak için yola düşmek, sembolik dağa tırmanmaktır. Dağ gökle yerin karşılaşması yani Kaf Dağı’dır. Anka, felsefe taşının kalbinde yer alır. Tinsel değişimin simgesidir. “Ruhun bilinç düzeyine yükselme sürecini anlatmak için İran simgeciliği Kaf
Dağı simgesini kullanır. Dağın doruğu insan ruhunun en yüce merkezi olarak kabul edilir. Kaf dağının doruğunda gökleri yeşile dönüştüren zümrütten bir
kaya bulunur. Kutsal ruh burada oturur. Zümrüt evrensel tinin simgesidir.”

İnsan yetkin doğası ile yani içsel önderi ile bilgelik yolunda yaşarken ölüp yeniden dirilerek karşılaşır.

“Yaşarken yenilenmek demek kimilerine göre sembolik anlamda ışık insan olmadır. Mezar dönüşüm ve değişim ortamıdır, başka bir dünyaya başka bir bene geçiş yeridir.” Jung’a göre Anka’nın hikâyesi “Kendi” nin keşfine giden yoldur. “”Simyacı” adlı eserde “kendinin efendisi olmak” bilincini anlatır. Simyacı şöyle der: “Yolculuk bir öğrenme yöntemidir. Bilmemiz gerekenleri bize o öğretir.” Saklı hazineyi arayan gezgin, büyük sınavlardan geçip engeller aşarak kendi benliğine ulaşır, şuuruna kavuşur ve sonunda “kendi hazinesi”ni bulur. Anlar ki, keşfedilecek ülke, insanın kendisidir.”

Anka emsalsiz bir kuştur. Yuvası akasya dallarından yapılmıştır. Hermesçilere göre Zümrüd-ü Anka, insanın yenilenme sürecine tekabül eden simyasal dönüşümün başarılmasının sembolüdür. “Bir görüşe göre Anka aklı temsil etmektedir, Kaf Dağında Anka’nın kendini küllerinden yeniden yaratması, insanın dünyaya bakış açısını değiştirmesidir.” “Akıl yolu keşfederken kalp ise anahtarı bulmak için akla yardım eder” denir. Ezoterizmde kullanılan iki araç vardır: Akıl ve kalp.

“Anka tekâmül merdivenlerinin her birini çıkmış bire ulaşmak için gerekli çabayı göstermiş yetkin insan gibi insanın sembolüdür. Otuz kuş, Simurg’un kendileri olduğunu anlayınca; artık, ortada, ne yolcu kalır, ne yol, ne de kılavuz çünkü hepsi BİR’dir!” “Dışarıda görünen içerinin yansımasıdır. Gelinen yer Bir’dir ve Bir’e dönmek kaderdir.” Ferîdüddîn-i Attar “Tanrıyı arayan kendisini bulur” der. Masallardaki kahraman, sonunda, uzaklarda aradığı şeyin aslında çok yakınında olduğunu, yani kendisinde veya kendi içinde olduğunu idrak eder. Bu, “kendini bilme” sembolizmi, inisiyatik ifadelerle, inisiyatik ölüm ve başkalaşım geçirerek yeniden doğuş, mistisizmdeki ifadelerle, “uyanma, aydınlanma, kurtulma”
olarak ifade edilir. İnisiyatik yolculuklar önemlidir. Kahramanın sonsuz
yolculuğu her daim sürer. İnsanın görünmeyen doğasının keşfidir.

Muazzez İlmiye Çığ şöyle diyor: “Bizim de bilge ve yol gösteren Simurglarımız var. Onların varlığını biliyoruz. Onların yaşamlarından dersler çıkararak
uçuyoruz gökyüzünde. “Yedi Dipsiz Vadiyi” aşmak için. Gerçeğe, bilgiye ve aydınlığa ulaşmak için. Bizlerden de Simurglar olacak. Şaşkınlık ve Yokoluş Vadileri çoktan aşıldı. Bırakınız vazgeçenler ve geride kalanlar, bilgiye aç, özgürlüğe muhtaç, tüneklerinde tünesinler, bataklıklarında ve de kafeslerinde yaşasınlar. Onlar da ileride tekrar Simurg tüylerinden bulurlar ve Otuz’u daha katılır Simurglara. İleriye, daima ileriye ve daha yükseğe. Gün ola harman
ola. Gelecek umut dolu. Kaf Daği’nın tepesine ne kaldı ki?”

Her birey birer Anka olmayı göze almadıkça insan insan gibi yaşayamayacak, kendi sıradan yaşamında aptalca rutinine hapis olacaktır. Kendi gökyüzüne, kendi arzının merkezine uçup kendini ve evreni tanıma yolculuğuna başlamayanları bir Anka gelip kurtarmayacaktır. Yolda olan yolcuyu seğireyleyen avamdan farklıdır. O; dönüşür, değişir, okur, gelişir, felsefe ile ilgilenir, aklını kullanır, sezgisine de danışır. Yığın; yer, içer, ürer ve sadece kendi yakın çevresi ve ailesi ile sürü hayatı sürerek bir solucan kadar insanlığa hizmet etmez ve bedeni çürür gider. O kadar haybeye yaşamıştır ki bir kuşak sonra hatırlanmaz ve asıl olarak o zaman tamamen ölür gider. Yolda olan yaşamda olup bitenleri anlamak için bir hasret çeker. Sokrates’in “kendini
tanı” formülü bu yolculuğun özüdür. Kendini keşfeden insan, insan gibi
insandır.

Mikro ve makro kozmos arasında yer tutan insanın yolculuğu başlangıçsızlıktan sonsuzluğa doğru her daim sürer. Yolda bilgelik kuramda değil, uygulamadadır. Anka, bir bilgelik sembolüdür. Zümrüd-ü Anka kadim gizem okullarının ezoterik felsefesinin en önemli sembollerindendir. “Otuz kuş, anlar ki, aradıkları sultan, kendileridir ve gerçek yolculuk, kendine yapılan yolculuktur. Kuşlar, “Hakikât Yolunun Yolcuları” ; Anka, “Hakikât” dır.” “Simurg’a bakan kuşlar onun kendisidir. Simurg gizemli bir bilmecedir.” Arayış ve yolculukların sebebi, havassın kendini arayışıdır. Anka tekâmülün ve ruhun yücelmesinin
sembolüdür.

Anka, uyanma ve aydınlanmanın yolunda ilerlemenin sembolüdür. “Anka,
gerçek anlamda var olmak için yok olmayı göze alabilecek kadar korkulardan, bağlardan ve zaaflardan arınmıştır. Yanarak cehenneme inişi deneyimleyene
dek yok olmaz ve yokluğundan varolurken de arınmış bir saf bilinçle yeniden
başlar.” “Gerçek insan” ölüme kadar devam eden süreçte bir arayış içerisindedir. O, Anka’yı beklemez, Anka olmayı göze alır ve tehlikeli yolculuğuna çıkar. Bu yolculukta kahraman kitle ile birlikte hareket ederek
değil, güruhun engellemelerini yıkıp geçerek yol alır. Yığın ancak yığın gibi
olana etki eder.
“Sen ot olduktan sonra keçiler bile seni yer.” denir. Güçlü irade sahibi, ne istediğini bilen bireyler kafaları çok akılları yok olan sayısal çoğunluğun sıradanlığının içerisinde kaybolmaz, “herkes gibi” değil “kendi gibi” olmayı yani tek ve özgün bir Anka olabilmeyi başarabilir. O, ruhun bütünleşmesi, arınması
ve dönüşümünün tüm kültürlerde ortak yüce bir sembolüdür.

“O’nu Hristiyanların haçında bulmaya çalıştım, ama orada değildi. Hintlilerin mabedine, eski pagodalara gittim, hiçbirinde en ufak izine rastlayamadım. Dağları, vadileri gezdim ne doruklarda ne de derinde bulabildim O’nu.
Mekke’ye, Kâbe’ye gittim orada da değildi. Âlimlere, filozoflara sordum, idraklerinin ötesindeydi. Derken kalbimin içine baktım… Orada, öylece durmaktaydı… O bulunabilecek başka hiçbir yerde değildi.” Mevlana

”En kutsal yol kişinin kendi arayışı için çıktığı Yol’dur”

_Berk Yüksel

Görsel : Ertuğrul Doğru

Görsel : Ertuğrul Doğru


A LEGEND OF THE SYGYT STYLE

TUVAN LEGENDS AND TALES

Long, long time ago, in the earliest times, there was a courageous man. One day he saw a white yurt in an uninhabited place and every morning sounds came from it. One day he came into the yurt and saw a golden princess there. The next morning he went to a hight mountain on the right side of the yurt and began watching the yurt. In doing so, he saw the princess hopped out of the yurt and ran straight to the ash heap and turned out into an ordinary archer.
When the times came for big archery competition, everybody, hearing and admiring the sounds of the bowstring, forgot about their everyday activities and went to watch the competition. The person who was competing with the princess took her bowstring and tore it in order to defeat her.
The wind in the sky learned about all this, came with force, rolled the black wool into a black cloud, the white wool into the white cloud and spun them around in a whirlwind. The competitor was immobilized, standing on one place, and turned into a stone statue. The archers began whistling sygyt and the echo of the cliff carried it further and further.
From that time, this place has been called yaar turug, “singing rock” and that was how the style sygyt originated from the imitation of sound of bowstring.

Konstantin Khlynov

Tuva

Tuva


LEGENDS ABOUT THE SHOOR ( Shoor is a kind of longitudinal flute, made of wood or dried hollow inside plant stem)

Shoor (Шоор)

It is a wind instrument. It is a kind of longitudinal flute, made of wood or dried hollow inside plant stem. Length is not less than 50-60 cm in diameter at the base of 1.5-2 cm. It is open on both sides. The wider end of the tube is pressed at the right half of the mouth to the upper teeth. Whistling sound is obtained by blowing air. Periodically closing and opening the outlet, as well as changing the air pressure, a performer receives sounds of basic overtone of the main tone. Shoor sounds softly, iridescently. The modus doesn’t have the certain height and depends on the length of the instrument.

LEGENDS ABOUT THE SHOOR

In one of legends of the hunters of the Todzhu region, it is told how one hunter, after severel days of fruitless hunting, made himself a shoor in the evening and, after eating, played upon on it long, sad melodies. Late at night the hunter suddenly heard a voice coming from the shoor, distinctly saying : “Tomorow you will catch a big wild animal that is blind in one eye.” The hunter, afraid, leapt up and looked around. There was nothing but the embers of the fire next to him and the night sound of the taiga around him. The hunter decided he was hallucinating and lay down to sleep. Waking early in the morning he went first to check his traps, snares, and self-firing crossbows. Once again they were empty. However, at the very farthest crossbows there lay a big elk stag. When the hunter began to clean it, he saw that animal was missing one eye. The animal probably at some point had its eye poked out by some branch or lost it in fight with another stag.

In a different legend of the hunters of the Chöön-Khemchik region it is told how two hunters were hunting at one camp. One of them was having great luck, and the other was having none. One evening, the luckless hunter made himself a shoor and, sitting by the fire, began to play it. The other hunter was one of the people the Tuvans call karang körnür,i.e. he had the ability to see inhabitants of the spirit world which is not given to every mortal. ( Tuvans consider that this kind of ability is not exclusive to lamas and shamans.) This hunter could see spirit-mistress of the taiga sitting upon the nose of the other, listening to his music with pleasure. Then, dozing off, she slipped off his nose, down the shoor and onto the ground. This was so amusing that hunter couldn’t contain himself and burst out laughing, telling the other hunter why he was laughing. They say that from then on the mistress of the taiga was insulted and this hunter never had luck in the hunt again.

Konstantin Khlynov

Listen Shoor by Radik Tyulyush


Neye nasıI bakarsan, o sana öyIe bakar

İnsanı ateş değiI, kendi gafIeti yakar;
Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar.
Neye nasıI bakarsan, o sana öyIe bakar.

~ Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî

bak


Huun Huur Tu – Ödügen Taiga

ÖTÜKEN TAYGASI
Ötüken Taygası, yurtlarım ben
Islak çimen koklarım ben
Çalımlı tayga, yurtlarım ben.
Ardıç, çimen koklarım ben.

Karacanın altına bağlayıp eğeri
Elini ayağına derleyip gel
Geyik altına bağlayıp eğeri
Eğerini ayağına derleyip gel

ÖDÜGEN TAiGA
The Ödügen Tayga is my home
I smell the sedge and grass
The rocky tayga is my home
I smell the junipers and grass

Come, riding your reindeer stag
The feet of the roe doe tied to the saddle
Come, riding your reindeer hind
The feet of the maral doe tied to the saddle


WHAT İS “OBOO” ?

Mountain spirits and other powerful gazriin ezen spirits are worshiped at special shrines called oboo, which are tall piles of rocks and tree branches. An oboo is roughly conical in shape, about 6-10 feet tall. When passing by an oboo travelers are required to walk around it three times and place a rock on it. In doing this not only is a person showing respect for the spirit, which would be the least required of him, but in symbolically by adding to the spirit’s power by adding the rock he is receiving windhorse and good luck for his journey. In order to get more windhorse (hiimori) and buyanhishig a person might also make and offering of liquor, milk, or butter. Sometimes car parts will be hung from the tree branches to assure that there will be no brakedowns.

 

 

TUVA, KYZYL

TUVA, KYZYL

Oboo are also the sites of several ceremonies during the year that nearby families or clans would celebrate in honor of the local spirit as well as Father Heaven and Mother Earth and other shamanist spirits. During the celebration of the lunar New Year, or White Moon (Tsagaan Sar), an oboo is made of snow and offerings are made to Father Heaven. Nearby a fire is built that is not allowed to go out for a month; this fire is called Tengeriin oboo (oboo of Father Heaven). Oboos not only represent mountains, but by their upward pointing nature they also represent a point of closer contact between heaven and earth, just as a mountain top is considered to be closer to Tenger and therefore spiritually powerful.

Altai Mountains

Altai Mountains

In Mongolia and Siberia certain mountains and mountain ranges are considered especially sacred. One of the most famous is Burhan Haldun, which lies in the region where Chinggis Khaan was born. It has been sacred since prehistoric times, and burial sites for shamans dot it’s slopes. The Altai Mountains in Mongolia, Tuva, and southern Siberia are considered sacred, and the spirit of the Altai is known as Altai Aab (Father Altai). When shamans in the Altai region travel to visit the clan spirit, they may first travel to the ger of Altai Aab to pay respects. The Sayan Mountains on the border of Buryatia, Mongolia, and Tuva are home to several powerful spirits, and a special type of shaman, the hadaasha, performs rituals to honor these spirits. The thirty-three baatar of Bukhe Biligte Tenger in the Tunken Valley of the Sayan Mountains are an especially important family of spirits. The capital of Mongolia, Ulaan Baatar, was founded at it’s present site almost 400 years ago because of it’s location in a spiritually powerful spot. It lies in a circular valley surrounded by four holy mountains that are revered throughout Mongolia. The four mountains include the Bogd Uul (literally, “Holy Mountain”) to the south, Songino Hairhan to the west, Chinggeltei to the north, and Bayanzurh to the east. Of these, the southern and western mountains are especially interesting. The Bogd Uul is the home of the thunderbird Han garid, a huge bird that can cover the sun and moon with it’s wings and fly into outer space. Songino Hairhan is the home of the spirit of the shaman Songino, who is said to have lived at the time of the founding of Ulaan Baatar. The siting of this city in a circle among four holy mountains located in each of the four directions ensured it’s protections and blessings from all the spirits residing in such a spiritually powerful place.

TUVA, KYZYL

TUVA, KYZYL

TUVA, KYZYL

TUVA, KYZYL

Read more : Sacred Mountains and Trees


Dağlık Altayda Üç Enmek dağı eteklerindeki Kutsal Karakol Doğa Parkında Altay – Kırgız, İtelmen Kamçatka Türklerinin Büyük Ateş, Uçurlu Ot, Otın Akıncı Şaman törenleri


Altai-Kai Söyleşisi

Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu Altai-Kai Söyleşisi

SB: BizeAltaiKai hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?

AltaiKai: Urmat Yntaev grubun kurucusu, yapımcısı, sanat direktörü ve gırtlak müziği çeşitlemeleri uzmanıdır. 1997 yılında Altay Cumhuriyeti Ulagan köyünde “Karaty Kaan” grubunu kurdu ve 2000 yılında AltaiKai olarak grubun adı değiştirildi. Urmat Bey, müziğin aranjmanını kendisi yapıyor ve aynı zamanda “khoomei” (kömey) icra ediyor.

AltaiKai sanatçılarının hepsi bütün “kai” (gırtlak müziği) türleri ve yerel müzik enstrümanlarında uzmanlaşmışlardır.
AltaiKai’nin müziğinin temelini yumuşak ve derin “karkyraa”, büyüleyici “khoomei”, ve Melodik “sygyt” sesi oluşturur, ki bunlar da doğanın seslerini taklit üzerine gelişmiş sanat tarzlarıdır; kuşların etkileyici şakıyışlarını, bir derenin naif şırıltısını,avcı hayvanların etkileyici kükremelerini, ulumalarını taklit üzerine. Aynı zamanda kadın sanatçıların sesleri, komuz (kopuz), topşur ve Altay’a has enstrümanların harmanlanması AltaiKai’nin müziğini özgün yapan unsurlardır.

Bazı sahne performanslarımız:
2006 USA, Washington, D.C. The John F. Kennedy Center for the Performing Arts (live internet broadcast).
2006 USA, Richmond, Virginia. 68th Annual National FolkFestival
2007 Czech Republic, Prague. Czech Philharmonic Orchestra, Dvo&345;ak hall (AltaiKai, Hradistan & Czech Philharmonic Orchestra)
2007 Spain, Sevilla. Lope de Vega theatre (WOMEX and BBC-supported concert)
2008 Great Britain, London. Royal Opera House (BBC live AltaiKai performance recording)
2008 Great Britain, Charlton Park.WOMAD Festival (BBC live broadcast)

AltaiKai diskografimiz:
1.Where Altai is in Rise 2002.
2. Attar 2003.
3. Altaian 2004.
4. Khan Altai 2005.
5. XXI century 2005.
6. Remix 2006.
7. Made in USA 2006.
8. XXI century. Version II 2006.
9. Chveni. AltaiKai, Hradistan & Brno Philharmonic
Orchestra (Czech Republic). 2007.
10.World Top 20. Oino, oino, Komuzym.
THEWOMEXIMIZER 07. (Germany). 2007.
11. DVD 2007.
12. Ulu Khan 2008.
13. Altyn-Taiga 2011.

SB: Kai (Gırtlak Müziği) hakkında bize bilgi verir misiniz?

AltaiKai: Toplamda, Altaylılar 12 çeşit gırtlak müziği yapmaktadırlar.

Temel olarak gırtlak müziği aslında ikiye ayrılır: Kargyra ve Khoomei. Bütün diğerleri bu ikisinden türemişlerdir. Kai müziğinin bütün çeşitlemeleri bir şekilde icracının tarzının izini taşır, ve hepsi temelde icracıya özgüdür.

Düşük (Alçak) sesli stiller:

Kargyra: Alt gırtlaktan çıkarılan sesle icra edilen müzik; ki dağlardan yuvarlanan kayaları anımsatır. Diğer gırtlak müziği tarzlarına nazaran daha çok kahramanlık ve yiğitlik anlatan metinlerin arkaplanında kullanılır.

Tumçuk Kargyra: Burundan çıkarılan sesle yapılan kargyradır, daha yüksek bir ses çıkarır.

Orta sesli stiller:

Khoomei: Toprağın ve rüzgarın sesini taklit eden kai biçimidir. Kömey icracısı toprak anayı çağırır, rüzgarlarla
konuşur, ve toprağın, rüzgarın sesini aşka dönüştürür.

Tumçuk Khoomei: Nasal olarak icra edilen kömeydir.

Yüksek Sesli Stiller:

Sygyt: Kömeyden doğan bir ses… Kulağa rüzgarın ıslığı gibi gelir, ve sesi kömeyden biraz daha yüksektir.

SB: Türkiyeli Türk milliyetçileri AltaiKai grubunu uzun zamandır unutulmuş olan Türk bilgeliğinin ve geleneğinin diriltimesinde önemli bir görev üstlenmiş olarak görüyorlar. Sizce de, AltaiKai’nin sorumluluklarının arasında kültürel öğelerimizin diriltilmesi var mıdır?

AltaiKai: Türkiye Türkleri veAltaylılar aynı köke sahip olmakla, bir çok benzerlik taşırlar. Bu benzerlikler de kültürle yaşatılır, artırılır. Biz de, kültürümüzün özgün değerlerini yaşatarak, buna hizmet ediyoruz.

SB: Hangi dine inanıyorsunuz? Altaylıların geneline hangi dini inanış hakimdir?

AltaiKai: Dini inanışlar bakımından, şaman inancına çok yakınız. Eskiden Altaylılar pagandılar, ve şamanlarını takip ederlerdi. Biz de, aynı dini inanışı taşıyoruz.

SB: Bir gün dünyada bütün Türklerin, en azından kültürel olarak, birleşebileceğine inanıyor musunuz?

AltaiKai: Kültürün sınırları yoktur, o yüzden bütün Türkler bir gün birleşebilir. Ki, birleşmek ancak kültürle mümkündür. Aynı kökleri paylaşan uluslar, bunun bilincine vardıklarında ve bağlarını sıklaştırdıklarında, Türkler birleşmiş olacaktır.

SB: yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret etme planlarınız var mı?

AltaiKai: Türkiye’de bir konser verebilmemiz için bir ajans bulmamız gerekiyor. Bulacağız, ve bir gün geleceğiz.

SB: Son olarak Siyah Beyaz okurlarına söylemek, eklemek istediğiniz bir şey var mı?

AltaiKai: Ezen bolsun karındaş kalık!

Söyleşi: M. Bahadırhan Dinçaslan
Siyah Beyaz KSPD Dergisi


THE LEGEND OF THE DEMIR-KHOMUS

TUVAN LEGENDS AND TALES

The demir-khomus has existed among the Tuvans since time immemorial. The demir-khomus has a chamber sound, and therein lies its special charm.
Its origin is connected in folk memory with the tragedy of star-crossed lovers. The story goes that there lived a young girl who was given against her will to be the wife of a rich man. The young man who loved her was a skilled blacksmith, and when this happened he forged a khomus for himself. Playing on the khomus, he forgot about food and sleep, pouring out all the feeling that overflowed from his soul. In the end, he went out of his mind and killed himself by jumping off a cliff into a swift mountain river. His lover fled from the rich man, and finding out about this, she threw herself off the very same cliff. Only the khomus forged by the hands of the unhappy lover remained.
Konstantin Khlynov


ŞAMANİZMİN BİLİMSEL ARKA PLANI

Bugün birçok ülkede bilimsel çalışmalar disiplinlerarası bilimsel araştırmalar şeklinde yürütülmektedir. Örneğin, dünyamız dışındaki yaşam araştırmaları için astronomi, biyoloji ve hatta kimya bilimleri güçlerini birleştirmiş ve böylece ortaya astrobiyoloji, astrokimya gibi bilim dalları çıkmıştır. Bunun gibi, özellikle son dönemde nöroloji (sinir bilimi) ile farklı disiplinlerin ortaklaşa çalışmasıyla nörobiyoloji, nörokuantoloji gibi bilim dallarından söz edebilmekteyiz. Günümüz bilim anlayışında yeni fikirler ortaya atabilmek ve bu fikirleri destekleyici veriler bulabilmek bazen farklı bilim dallarının ortak çalışmasıyla mümkün olabilmektedir. Belirli bir konuda araştırma yaparken yalnızca tek bir bilim dalının verileriyle çalışmak yetersiz kalabilmektedir. Bu nedenle, ilgili araştırma konusu hakkında doğru sonuçlara ulaşabilmek birçok farklı açıdan yaklaşım yapmayı gerektirmektedir. Bu makalede, son dönemde disiplinlerarası bilim dallarında gerçekleştirilen deneylerin sonuçlarına dayanarak şamanizmin kökeninde yar alan ve günümüze kadar hiç araştırılmayan, görmezden gelinen olgular bilimin verileri kullanılarak açıklanmaya çalışılmıştır.

Şamanlar (kam, bakşı, böge, udagan vb.) söz konusu olduğunda klasik bilim görüşünün konuya yalnızca teorik ve yüzeysel baktığı, bu nedenle de şamanizmin mistik veya ezoterik olarak düşünülmesi gerektiği algısı ortaya çıkmıştır. Şamanların sahip olduğu birtakım yeteneklerin bilimsel yöntemlerle nasıl açıklanabileceği hiç düşünülmemiş, düşünülse de şamanizme yalnızca sosyolojik ve dinsel açıdan bakılmış, şamanların olağandışı zihinsel yetenekleri bir türlü bilimsel “veri” olarak tanımlanamamıştır. Bunun nedenlerinden biri şamanizm araştırmalarının yalnızca sosyologlar, tarihçiler veye Türkologlar tarafından yapılıyor olmasıdır. Bir sinir bilimcisinin veya kuantum fizikçisinin şamanizm ile ilgilenmesi ve bu konuyla ilgili bilimsel bir araştırma yapmış olması ülkemizde pek sık rastlanan bir durum değildir. İkinci neden ise disiplinlerarası çalışmaların ülkemizde maalesef henüz farkına bile varılamamış olmasıdır. Halbuki en basitinden şamanların o veya bu şekilde zihinlerinde gördükleri ve tasarladıkları şekiller, desenler, sahneler ve de bunların kaya üstlerine, mağara duvarlarına ve daha sonra halı ve kilimlerimize resmedilmiş olmaları bilimsel bir “veri”dir. Şamanların bazı hastaları iyileştirebilme yetenekleri bilimsel bir “veri”dir. Şamanların insanüstü veya doğaüstü denilen “geleceği görme”, “telepati” gibi terimlerle açıklanan fenomenleri gerçekleştiriyor olmaları da bilimsel bir “veri”dir. Çünkü bu olgu çok kez gözlenmiştir, fakat ne yazık ki akademisyenler tarafından sürekli görmezden gelinmiştir. Sık olarak gözlenen bu durumların veri sınıfına alınmaması ya da daha doğru bir söylemle görmezden gelinmesi bilimin yöntemi olamaz. Görmezden gelmek, bilimsel kılıflara uymuyor demek, bilimsel değil bilim dışı bir yöntemdir. Bilim, verileri elinin tersiyle itmez, aksine olayların üstüne gider, araştırır, veri toplar ve olumlu veya olumsuz bir sonuç sunar.

Arınma ayini, Kızıl,Tıva

Arınma ayini, Kızıl,Tıva

Şamanların bitkileri ve hayvanları duyabildikleri, onların ruhlarıyla iletişime geçebildikleri veya en azından haklarında öyle düşünüldüğü bilinen bir olgudur. Basit deyimle, şamanlar doğada gerçekleşiyor olan birtakım fenomenlerin farkındadırlar veya bunu algılama konusunda sıradan insanlardan daha hassastırlar. Burada şamanizme bir gizem, mistik bir olay gözüyle bakılırsa şamanların garip ve anlaşılamaz davranışlarından dolayı onlara bu gibi şeylerin atfedildiği veya yakıştırıldığı fikri ortaya atılabilir. “Ruh” terimi, mistik, ezoterik bir kavram olduğundan, yalnızca bu kelimenin çağrıştırdığı algı nedeniyle çoğu bilim insanının şamanizmi bilimsel araştırmalara konu edemeyecek olması öngörülebilir. Fakat, burada ‘ruh‘ terimine dinsel veya ezoterik değil de fiziksel bir gerçeklikmiş gibi bakıldığında sorun da ortadan kalkmış olacaktır. Örneğin, kızılötesi kameraların biz insanlar gibi yaşam formlarını algılayabiliyor olmasının nedeni insan bedeninin, daha doğrusu bedeni oluşturan hücrelerin saldığı ışınımdır. Bu ışınımı kızılötesi kamera teknolojisi henüz ortaya çıkmamışken görme kabiliyetine sahip veya algıları buna hassas olan hipotetik bir kişi, pekala onu ‘ruh’ veya ‘ruhlar’ şeklinde tanımlayabilirdi. O halde, yalnızca gelenekselleşmiş bir kelimeye takılıp, onun ardına sığınıp bu şekilde olası verileri görmezden gelmek bilimsel anlayışa sığmaz diye düşünülebilir. Bilim insanı, “Acaba bu olgunun arka planında ne olabilir?” mantığıyla problemlere yaklaşmalıdır.

The Head of the Shamanistic Center,Kızıl,Tıva

The Head of the Shamanistic Center,Kızıl,Tıva

Acaba bitkiler modern insanın ve bilim insanlarının zannettiği gibi kendi halinde, öylece kaynatılıp yenilmeyi bekleyen ve yalnızca oksijen ihtiyacımızı karşılayan canlılar mıdır, yoksa bir zamanlar şamanların tanımladığı türden gizemli yaşam formları mıdır? Şamanlar bitkilerin birbiri ile iletişim kurabildiklerine, ormanın bu nedenle kendileriyle konuşabildiğine inanırdı. Bu tür bir konuşma elbette bir diyalog şeklinde ele alınmamalıdır. Nevill Drury‘e göre şamanlık bir görü (vision) geleneğidir, doğal dünyanın tanrı ve imgeleriyle bağ kurmaya yarayan değiştirilmiş bilinç konumlarının eski bir kullanım pratiğidir [1]. Peki bitkiler birbirleriyle iletişim kurabilir mi? Şamanlar doğadaki örüntüleri görebilir ve ritimleri algılayabilirler mi? Türklerde neden “kömey (khöömei)” denilen bir gırtlak müziği vardır ve bu müziğin esas kaynağı şamanlar mıdır? Kuantum biyoloji, nörokuantoloji gibi bilimler şamanların dünyasını anlamak adına bize yeni bir yol gösterebilir mi? Şimdi bu sorulara cevap arayalım.

Bitkilerin ses dalgalarıyla etkileşebildiklerine ve onlardan fiziksel olarak etkilendiklerine dair gerçekleştirilen bilimsel çalışmaların sayısı son dönemlerde giderek artmaktadır. Bu bilimsel çalışmalardan birinde bitkilere yöneltilen ses dalgaları sonucunda onların fiziksel ve kimyasal yapılarında meydana gelen olası değişimler konu alınmıştır. Dr. Reda Hassanien ve çalışma arkadaşlarının gerçekleştirdikleri bazı deneylerin sonuçları 2014 yılında ‘Journal of Interactive Agriculture’ dergisinde yayımlanmıştır. “Bitkilerde Ses Dalgalarının Etkileri Konusunda Gelişmeler” adlı makalede şu bilgiler aktarılmıştır: “Ses dalgası teknolojisi birçok farklı bitkiye uygulanagelmiştir. Farklı frekanslardaki ses dalgalarının, ses basıncı düzeylerinin, pozlama (uygulama) sürelerinin ve ses kaynağının bitkiden olan uzaklığının bitki gelişimine etki ettiği gözlenmiştir. Deneyler açık hava ve sera koşullarında farklı işitilebilir ses frekanslarında ve ses basıncı düzeylerinde yürütülmüştür. 1 kHz frekansta, 100 dB (desibel) şiddette ve 0.2 metre uzaklıkta (kaynağın bitkiden olan uzaklığı) callus hücrelerinin hücre duvarı akışkanlığının ve hücre bölünmesinin daha iyi sağlandığı ve aynı zamanda koruyucu enzimlerin ve endojenik hormonların daha aktif olduğu gözlenmiştir.” [2]. Bu bilimsel deneyin de gösterdiği gibi bitkiler ses dalgalarına karşı duyarsız değildirler. Günümüzde ses dalgaları ve bitkiler arasındaki ilişkiyi ele alan çalışmalar ‘biyoakustik’ adı verilen çalışma alanında yapılan deneyler ile birlikte yürütülmektedir.

Bitkilerin birbirleriyle kimyasal madde ve ses dalgaları aracılığıyla iletişim kurabiliyor olmaları bilimsel yöntemlerle kanıtlanabilir mi? Elbette bunun için öncelikle bu fenomenlerin bilimsel yöntemlerle ele alınabileceğini düşünebilen açık fikirli bilim insanları gereklidir. Bunlardan biri Batı Avustralya Üniversitesi’nden Monica Gagliano‘dur. Gagliano, biz insanların doğanın bize sundukları konusunda aşırı korumacı olduğumuzu ve kendimizi kapalı bir kutudaymış gibi sınırlandırdığımızı, aslında doğanın bize kullanabileceğimiz birçok şey sunduğunu belirtmektedir [3]. California Üniversitesi’nden Richard Karban, son 15 yılda elde ettiğimiz bilgilere göre bitkilerin kendi aralarında kurdukları iletişimin eskiye oranla daha fazla kabul edilebilir olduğunu dile getirmektedir. Yine Karban‘a göre uçucu organik bileşikler (VOCs: Volatile Organic Compounds) ilk kez bitki bilimciler Jack Schultz ve Ian Baldwin tarafından 1980’lerin başında teorik olarak öne atılmış ve bugün bu uçucu bileşiklerin bitkilerin kendi aralarındaki iletişimlerde kullanılıyor olduğu kanıtlanmıştır [4]. Gagliano‘ya göre bitkilerin kökten-köke meydana getirdikleri alarm sistemleri, ekosistemi yani ağaçların oluşturduğu ormanı birbirine organik olarak bağlamaktadır. Gagliano, bu internet benzeri ağın, mantarlar aracılığıyla gerçekleşmesinin mümkün olduğunu ve ayrıca bitkileri birbirine bağlayan bu ağ yoluyla akustik sinyallerin de gönderilebileceği bilgisini vermektedir [5]. Radboud Üniversitesi’nden Josef Stuefer‘e göre de bitkiler kendi aralarında bir iletişim şebekesi oluşturabilmekte ve hatta bitki virüsleri bu ağı kendi amaçları doğrultusunda kullanabilmektedir [6]. British Columbia Üniversitesi’nden Orman Ekologu Suzanne Simard ise yaptığı bilimsel araştırmada ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Simard‘a göre ormanda yer alan yaşlı ve dev ağaçlar daha genç ve küçük ağaçlara mantarların bizzat oluşturduğu bir ağ aracılığıyla bağlanabilmektedir. Bu dev ağaçların olmadığı ortamlarda ise çok sayıda fide ve ağaç bile bu iletişimi verimli olarak sağlayamamaktadır. Simard, dev ağaçların tüm bitki ekosistemini bu ağlar aracılığıyla yönetebiliyor olabileceğini de düşünmektedir. Simard‘ın son araştırmasına göre ormanda bir bölgede dev bir ağaç (ana ağaç diye tanımlıyor) kesildiğinde, ardından daha genç ağaçların dayanıklık kat sayılarının azaldığını tespit etmiştir [7]. Dr. Grace Augustine[1] ise ağaçların kökleri arasında nöronlar arasındaki sinapsların yaptığı türden bir çeşit elektrokimyasal iletişimin olabileceğini belirtmiştir [8]. Şamanlar için en önemli ögelerden biri olan ve kültürümüzün derinliklerine kadar işlemiş olan hayat ağacı veya dünya ağacı motifine bir de bu gözle bakabilir miyiz? Şamanların ruhsal veya göksel yolculuklarında kullandıkları, üst, orta ve alt dünyaları birbirine bağlayan hayat ağacının kökeni acaba aktarılan bu bilimsel fikirlerde aranabilir mi? Hayat ağacının kökeni ormanları yöneten dev ve yaşlı ağaçlar mıdır? Yoksa şamanlar hayat ağacına ruhsal olarak tırmanmıyorlar da bu dev ağaçların diğer ağaçlarla gerçekleştirdikleri elektrokimyasal iletişime mi ortak oluyorlar? Veya şamanlar bu iletişimi bir şekilde algılayabiliyorlar mı? Kamlar bu elektrokimyasal ağa sindirdikleri bazı özel mantar ve bitki türleri aracılığıyla, onların zihinsel etkisiyle bağlanıyor olabilirler mi? Öyle görünüyor ki, şamanizmin bilimsel arka planında biyoakustik ve biyokimya gibi bilim dalları bulunmaktadır. Gagliano‘nun şu sözleri tam da bu noktada önem kazanmaktadır: “Şamanlar bitkilerin seslerini duyabildiklerini ve bu sesleri öğrenebildiklerini söylerler. Belki de bizim daha önce dikkat etmediğimiz noktalara önem verdiler. Bu gerçekten ilgi çekici. Biz bu bağlantıyı kaybetmiş olabiliriz fakat bilim günümüzde bunu yeniden keşfetmek için çalışıyor.” [9]. Bugün özellikle Orta Asya’daki Türklerin yaptığı ‘kömey (khöömei)’ denilen gırtlak müziğinin kökeninde şamanizmin olduğu düşünülebilir mi? Şamanların bu sesleri doğayı dinlemek, onu dillendirmek amaçlı yaptıkları düşünüldüğünde onların doğa-ritim-ses bağlantısını çok iyi algılayabilmiş ve içselleştirmiş olduklarını söyleyebiliriz. Belki de şamanlar kendi çıkardıkları seslerle ve yardımcı psikoaktif bitkilerin sindirimiyle birlikte zihinlerinde birtakım imgeler yaratabiliyor ve onlardan bazı anlamlar çıkartabiliyorlardı.

Hayat Ağacı,Kazan,Tataristan

Hayat Ağacı,Kazan,Tataristan

Şamanizmin bilimsel arka planında biyoakustik, biyokimya bilim dallarının yanında nöroloji ve kuantum fiziği de yer alıyor olabilir mi? Son dönemde disiplinlerarası bilimler olan kuantum biyoloji ve nörokuantolojinin çalışma alanları hakkında çok sayıda makale yayımlanmıştır (Grandpierre ve ark., 2013[2]; Gardiner ve ark., 2010[3]; Sayın 2011[4]; Persinger ve Dotta, 2011[5]; Limar 2011[6]; Tarlacı 2010[7]). Bu bilimsel makaleler kuantum fiziği prensipleri (kuantum dolanıklık, kuantum sıçraması vb.) ile beyin aktiviteleri arasındaki ilişkileri konu almıştır. Bugüne kadar görmezden gelinen veya üzerinde durulmayan beyin ve zihin kaynaklı fenomenlerin gizemi kuantum fiziği – nöroloji ilişkisi ile çözülmeye çalışılmaktadır. Şamanların da deneyimlerinde zihin kapasitelerini fazlasıyla kullandıklarını düşündüğümüzde eğer varsa kuantum fiziği – zihin – bilinç ilişkisini iyi anlamak gerekmektedir. O zaman şamanizm bir mistizm olmaktan çıkıp bilimsel bir veri sınıfına konulabilecektir. Şamanın ruhsal yolculuğunun bilimsel arka planını California Üniversitesi’nden Michael Winkelman şu şekilde açıklıyor: “Şamanizm insan bilişselliğinin doğasında kökleri bulunan, görünür deneyimlerle temsil edilen görsel sembolizmi üretmek adına beynin farklı seviyeleri boyunca olan bilgiyi birleştirmek için bilincin değiştirilmiş durumunu irtibatlandıran bir olgudur.” [10].

İnsanlar gelecek hakkında bilgi sahibi olabilir mi veya henüz yaşanmamış bir olay insanları etkileyebilir mi? Klasik fiziğin nedensellik ilkesine göre bu mümkün görünmese de son dönemde yapılan bazı bilimsel deneyler bunun mümkün olabileceğini ortaya koyuyuyor. Cornell Üniversitesi’nden Psikolog Daryl Bem bu tür deneyleri yapan ve olumlu sonuçlar alan bilim insanlarından yalnızca biridir [11]. Bunun dışında çok sayıda deneyin sonucunda geleceği görme ve önsezi olaylarının yaşanabildiği gösterilmiştir (Puthoff ve Targ, 1976[8]; Targ ve Katra, 1998[9]). ESP (Extrasensory Perception: Duyudışı Algılama) fenomeni ve özellikle önsezi kuantum zihnin (quantum mind) bir sonucu veya onun gösterilmiş özellikleri olarak açıklanmaktadır (Temkin 1982[10]; 1999[11]). Temkin‘e göre insanların geleceği öngörebilmeleri onlara evrimsel açıdan da büyük bir avantaj sağlayabilir, çünkü insan toplulukları bu şekilde birçok potansiyel tehlikeden korunabilir [12]. Northwestern Üniversitesi’nden Psikolog Julia Mossbridge ve çalışma arkadaşlarının bilimsel bir deneyde elde ettikleri sonuçlarda ise deneklerin 1-10 saniye sonrasını görebildikleri belirtilmiştir. Deneyde, deneklerin 1-10 saniye sonrasında karşılarına çıkacak olan uyarıcıya önceden tepki verebildikleri gözlenmiştir. Deney grubu bu fenomene ‘Öngörülü Nedensel Olmayan Aktivite‘ adını vermiştir. [13]. Bu deney sonuçları açıkça gösteriyor ki, kültürümüzde de binlerce yıldır yer alan altıncı his, içine doğmak, hissetmek gibi terimlerin bilimsel arka planının olması şiddetle muhtemeldir. Şamanlara atfedilen gelecekten haber verme ve bunu toplumun yararına kullanma olgusunun arka planında nörobiyoloji, nörokuantoloji gibi bilim dallarının olduğunu görebilmekteyiz. Ayrıca, yine rüyalar ve telepati fenomeni ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalar bu fenomenlerin de bilimsel yöntemlerle açıklanabileceğini öngörmektedir. Özellikle anneleri ile çocukları ve birbirine duygusal olarak çok yakın olan çiftlerin telepatik deneyimler yaşıyor olması bilim insanları arasında hararetle tartışılan konulardan biridir. Bu konuda en ciddi deneyleri Cambridge Üniversitesi’nden Rupert Sheldrake yürütmektedir [14]. Yakın bir gelecekte insanların ve dolayısıyla şamanların telepatik yetenekleri konusundaki bilgi düzeyimizi arıtabilecek deney sonuçlarıyla karşılaşabiliriz.

Şamanların iyileştirici güçleri veya en azından vücudun belirli yerlerindeki hastalıkları doğru tanımlayabilmelerinin nedenini bilimsel arka planda arayabilir miyiz? Cevap evettir. Şamanların insanların hastalıklı bölgelerini, organlarını saptayabilmelerinin bir yolu var: biyofotonlar. Biyofotonlar, biyolojik sistemlerden yayılan oldukça zayıf şiddette foton salınımlardır (Bishof 1995). Bitkilerin tüm yaşayan hücreleri, hayvanlar ve de insanlar çıplak gözle görülemeyen ancak özel donanımlarla algılanabilen bu ışınımı yayarlar. Bu ışık salınımı, yaşayan bir hücrenin fonksiyonel durumunun da göstergesidir. Dolayısıyla herhangi bir ölçüm yapıldığında hücrenin o anki fonksiyonu anlaşılabilir olur. Sağlıklı ve kanserli hücreler biyofoton salınımlarındaki farklılıklar incelenerek tespit edilebilir. Günümüz kanser araştırmalarında bu yöntem kullanılmaya başlanmıştır. Erken hastalık tanısı, kimyasal ve elektromanyetik kirlilik testleri ve biyoteknolojinin bazı alanlarda bu yöntemler uygulanmaktadır [15]. Nöropsikolog Karl Pribram‘a göre beynin ve sinir sisteminin ve belki de tüm insan bedeninin oluşturduğu biyofoton alanı, hafızanın ve bilinçle ilgili diğer fenomenlerin altında yatan sebep olabilir [16]. Görüldüğü üzere vücutta herhangi bir zarara uğramış ve hastalıklı olan bir bölge biyofoton salınımdaki farklılıklar nedeniyle vücudun sağlıklı bölgelerinden ayrılabilir. Gözle görülemeyen bu etkiyi acaba bazı şamanlar beyinlerinin henüz işlevini bilemediğimiz bölgelerinin aktif olmasıyla algılıyor olabilir mi? Ya da birtakım psikoaktif bitkiler yardımıyla biyofoton salınımları onlara görünür oluyor olabilir mi? Peki şamanlar hasar görmüş bu bölgeleri nasıl iyileştirebiliyordu? Ses dalgaları ve müzik bu sorunun cevabı olabilir mi? Ses dalgaları ve müzikle iyileştirme olgusu hakkında da bilimsel deneyler tasarlandığını ve gerçekleştirildiğini burada belirtelim. Özellikle Dr. Mitchell Gaynor’un bu konudaki çalışmaları dikkat çekicidir [17]. Büyük bir cesaretle fakat haklı olarak sorduğumuz bu soruların bilimsel deneyler sonucu olumlu veya olumsuz olarak cevaplandırılabileceğini umalım.

Görüldüğü üzere hakkında çok şey yazılan ve çizilen şamanizm yalnızca sosyolojik ve dinsel açıdan ele alınmamalı, özellikle son yıllarda hızla gelişen disiplinlerarası bilim dallarınının yaklaşımlarıyla birlikte dikkate alınmalıdır. Bugün mistik yönleriyle ifade edebildiğimiz şamanizm hakkında eldeki veriler dışında yeni bilimsel verilerle desteklenirse çok daha fazla şey öğrenebilir. Artık şamanizme yeni çağ (new age) akımının bir parçası, ruhçu ya da spiritüel açılardan bakılmamalı, şamanizm bu sınıfa sokulmamalıdır. Şamanizme bilimsel perspektiften bakarak inançlarımızın kökenindeki doğacı, bilimsel felsefeyi kavrayabilmeliyiz.

Özgür Barış Etli


Gökyüzünü bulutların sardığı zamanlarda bulutların arasından sızan gün ışığı HUUN-HUUR-TU

Gökyüzünü bulutların sardığı zamanlarda bulutların arasından sızan gün ışığı HUUN-HUUR-TU

İlhamlarını Asya Türk kültüründen, Şamanizmin derin derin hissedişinden, doğa sevgisinden, insan sevgisinden alan ve New York Times’ın “Müziğin mucizesi” olarak tanımladığı dünyaca ünlü Huun Huur Tu müzik topluluğu Türkiye’de.

GRUBUN İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Farklı bir tarz olsun istedik güneş gibi vursun, çarpsın anlamında. Gökyüzünü bulutların sardığı zamanlarda bulutların arasından sızan gün ışığı demek.

Daha önce dünyaca ünlü Frank Zappa, The Cheieftains, Guitar gibi gruplarla çalışmalarda bulundunuz, Türkiye’den kimlerle çalışmak isterdiniz?

Tam olarak ünlü müzisyenlerinizi tanımıyoruz, bu konuda bilgi alıp eğer o müzisyenler de isterlerse Türkiye’de de çalışmalar yapmak isteriz.

1997’de Türkiye’de bulunduğunuzda Bulgar grubu Angelite ile konser verdiğinizde, o zamanki Türkiye ile şimdiki Türkiye arasında bir fark görüyor musunuz?

Daha önce İstanbul’a geldik, şu an ilk defa Anadolu’ya geliyoruz. Bir karşılaştırma yapmamız oldukça güç.

Şarkılarınızın ana teması genelde hikâye odaklı, mesela chira khoor (cırra hor) şarkısında kocası kendisinin kol ve ayaklarını kestiğinde kendi kendini iyileştiren altın prenses Aldyn (dangynal)’ın hikayesinden söz eder.

Huun Huur Tu

Huun Huur Tu

Bu hikâyelerin ve şarkıların ilham noktası nedir?

Ortaya çıkış serüveninden bahseder misiniz?

Bu şarkıları biz tarih boyunca, hayat boyunca gezerek, Tuva da ve Moğolistan’da yaşayan halk hikâyelerinden çıkarıyoruz. Dilden dile yayılarak günümüze ulaşmış mistik hikâyeler.

NEDEN GELENEKSEL ÇALGI ALETLERİ KULLANIYORSUNUZ?

Bunları aletleri öğrenme süreciniz aileden mi geliyor yoksa müzikle uğraşmaya başladığınızda mı merak sardınız?

Bunlar bizim geleneksel aletlerimiz, babadan aileden gelmiştir. İlk öğrenme sürecimiz gelenekten ve ailemizden gelmektedir. Ayrıca bazı çalgı aletlerini grubumuzdan Alexsey Saurıglar yapıyor.

Müzik hayatınızdaki en büyük başarınız olarak tanımladığınız olay neydi?

Sahneye çıkışımız, böyle farklı bir müzik yapmış olmamız bir başarıdır. Bizim için de seyirciler için de birer hatıra oluyor. Yaptığımız çalışmalar hayatlarımızdan bir sahnedir. Halk yaptığımız müziği seviyorsa biz devam ederiz.

Favori şarkılarınız arasında en çok sevilen fly fly my sandess,orai la boldula gibi parçalar sizce neden bu kadar sevildi?

Halk bu şarkıları belki daha iyi hissediyor olabilir. Kelimelerin anlamlarını bilmeseler bile duyguları bu şarkıları sevmelerini sağlıyor.

Albüm isimleriniz; “Sürümde 60 atım var”, “Bir kartal olarak doğmuş olsaydım eğer” gibi geleneksel bir grup olduğunu çağrıştırıyor, geleneklerinizi özellikle vurgulamak için mi bu isimleri seçtiniz?

Elbette ki, ayrıca daha ayırt edici olsun, anlamları derin olsun diye bu tür isimler seçiyoruz.

Kaigal-ool Khovalyg

Kaigal-ool Khovalyg

9-Kayseriyi nasıl buldunuz?

Dağlar gözümüze çarptı ve muhteşemdi, burada kendimizi evimizde gibi hissettik. Tuva’dan, Sayan dağlarından çıkan Türklerin, neden buraya dağlık bölgeye geldiklerini anlıyoruz, öz ataları da dağlarda yaşamışlardı

10-Müziklerinizdeki ilham kaynağı nedir?

Bizim memleketimiz, dağlarımız, kültürümüz en büyük ilham kaynağımız. Amerikalı etnik müzik yapan bir müzisyen etnik müziği şöyle tanımlar; bizim yaptığımız müzik temel oluşturur. Bu şarkıları dinlerken dinleyicinin gözünün önünde resim çizer, o bölgelere gitmeyen kişi bu müzikleri dinleyip gözünde canlandırabiliyor. Bizim ilham kaynağımızın çıkış noktası da tam olarak, tabiatla insanın karşılaşması macerasını ve sevgisinin mesajını veriyoruz müziklerimizde, tabiat ve insan sevgisini buluşturuyoruz.

Müziğin Mucizesi


TED Talks – Tuva or Bust!


Altai kai-Kezer Tash


UmutsuzIuk manevi bir intihardır

UmutsuzIuk;
insanoğIunun kendine karşı hazırIayabiIeceği suikastIerin en korkuncudur,
umutsuzIuk manevi bir intihardır.

_ Jean-Paul Sartre

watercolor&ink on paper

watercolor&ink on paper


Ağır Ağır Ölür Yolculuğa Çıkmayanlar

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

Pablo Neruda
Çeviren: İsmail Aksoy

Selfportrait – Oil on Canvas

Selfportrait – Oil on Canvas


…işte bu yüzden sevgili’ye “yar” denir!

“Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili’ye “yar” denir…”

~ Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî


Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil

Başarı bir seyahattir, hedef değil.
Mutluluk, gidilen yolun üzerindedir, yolun sonunda değil.
Yolun sonunda olsa,
ona varıldığında yol bitmiş ve vakit de geçmiş olurdu.
Mutlu olmanın zamanı ise bugündür, yarın değil.

watercolor on paper by azhykmaa

watercolor on paper by azhykmaa


Düşünmeye kalkarsan aşamazsın…

Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir.
Güç ister, yürek ister, körlük ister.
Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki
uçurumun üstünden sıçramak ister;
düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu.

Jean-Paul Sartre

watercolor on paper by azhykmaa

watercolor on paper by azhykmaa


Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı

“Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı.”

~ Yunus Emre


Dücane Cündioğlu, Felsefe Dersleri “Cebrail’in Kanatları -Muhayyileye Dair-” 2014


Beklentiler daima yaralar

Kendimi her zaman mutlu hissederim.
Neden biliyor musunuz?
Çünkü kimseden bir şey ummam;
Beklentiler daima yaralar.
– Shakespeare

100_9709


Yürek denen başka birşey…

Velhasıl kelam;
Kalp herkeste var,
Yürek denen başka birşey…
– Rumi


ADI: AŞK

Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk

Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk

Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Bâşını âna tutmaktır adı aşk

Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Âna kendini atmaktır adı aşk

Var Eşrefoğlu Rumî bil hakikat
Vücûdu fâni etmektir adı aşk

Eşrefoğlu Rumi


BAĞLANMAYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak…

Can Yücel


Last night as I was sleeping by Antonio Machado

Last night as I was sleeping,
I dreamt—marvelous error!—
that a spring was breaking
out in my heart.
I said: Along which secret aqueduct,
Oh water, are you coming to me,
water of a new life
that I have never drunk?

Last night as I was sleeping,
I dreamt—marvelous error!—
that I had a beehive
here inside my heart.
And the golden bees
were making white combs
and sweet honey
from my old failures.

Last night as I was sleeping,
I dreamt—marvelous error!—
that a fiery sun was giving
light inside my heart.
It was fiery because I felt
warmth as from a hearth,
and sun because it gave light
and brought tears to my eyes.

Last night as I slept,
I dreamt—marvelous error!—
that it was God I had
here inside my heart.


O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer…
Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine derince bakmasalardı eğer…
Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…

Can Yücel


BALABAN KAZ


TUVA TÜRKLERİNİN DÜĞÜN GELENEKLERİ

Düğün
Eski Tuva’nın düğünü, atadan dedeye yayılıp gelen kendine has geleneklere sahiptir. Düğün, genç yaştaki kız ve erkeğin ailelerinin evlerinden ayrılarak birlikte yaşamalarının başlangıcıdır. Eski zamandaki Tuvaların düğünü çeşit çeşit gelenekleri içinde barındırmaktaydı:

1. Kız Çocuğunun Kıçının Altına Keçi Kılı Bırakmak
Kışlakta Sat Çambal ‘ın çadırı var diyelim. O çadırın sahibi kadın, kız çocuk doğurdu diyelim. Başka bir kışlaktan Monguş Bolat’ın bir oğlu bulunan çadırı var diyelim. O oğlanın annesi keçi kılını yoğunlaştınp yuvarlak hale getirerek, yeni doğan kız çocuğunun bulunduğu çadıra gider. Çadırda çocuğun ailesiyle hatırlaştıktan sonra, salıncaktaki çocuğu yerinden çözerek:
– Kızınızı büyüdüğünde gelin olarak alacağım, diyerek, koynunda sakladığı bir tutam kılı çocuğun altına koyar ve tekrar sarar.
Bebeğin annesi, Monguşlardan gelen kadına saygılı bir şekilde:
– Peki, öyle olsun, der.
Eğer oğlanın babası kız istemeye gelmişse, salıncaktaki kız çocuğunun babasına çakmak taşını verir. Kız çocuğunun babası ise kızını istemeye gelen erkeğe saygılı bir şekilde:
– Peki, öyle olur umarım, der.
Eski Tuvaların düğün geleneği kız çocuğu daha beşikteyken başlarmış. Çocuk büyüyüp evlenecek çağa geldiğinde istenir ve gelin olarak alınırmış. Üç atasından yakın kan bağı olan akrabalar birbirlerinden kız alıp veremezler, birbirlerine  dünür olamazlarmış. Bu geleneği eski Tuvalar çok kutsal olarak düşünüp yaşamışlardır.
2. Dileği Bildirme
Kız on beş, on yedi, on dokuz yaşlarına geldiğinde ailesi evlendirebilir. Eski geleneklerde; on dört, on altı, on sekiz yaşındaki kızlar kocaya verilmezmiş.Kız on beş yaşına geldiğinde “dileği bildirme” geleneği varmış. Oğlan tarafından görgülü ve yiğit bir kişi seçilir. Mataralar içkiyle, kaplar etle ve peynirle doldurulur ve kızın evine gönderilir. İstek için geldim, diyerek kızın ailesine varır. Tabaka değiştirilerek sigaralar içilir. Birlikte çay içilir. Kadeh kaldırılır. Oğlanın ailesinin arzusunu gelen kişi açıklıkla ifade eder. Kızın ailesi de ne düşündüklerini açık bir şekilde gelen kişiye anlatır. “Dileği bildirme” geleneği iki tarafın evlilik konusundaki düşüncesinin açık olarak ortaya çıkmasının bir gereğidir. Konuşmalar bitip, işin nereye gideceği anlaşıldığında:
– Yolumuz muvaffak oldu, diyen misafire kızın babası “Olsun, olsun’.’ diyerek cevap verir. İstek için gelen kişi kalkar ve atına binip gider.Kız istemeye gelen kişi iki kadeh içki içer ve kızın ailesiyle hoş bir sohbet eder. Bundan daha fazla içki içemez. Gelen kişi gözden kayboluncaya kadar, kızın ailesi çadınn yanında durarak onu yolcu eder.

3. Çayı Koparmak
Karşılıklı çay içmek eski zamanlardan beri Tuvaların bir geleneğidir. Hayatını hangi şartlarda yaşarsa yaşasın, Tuva insanı, çadırına gelen insana mutlaka çay ikram eder. Çadıra gelen kişiye bir bardak çay ikram edilmezse bu, en kötü
yol olarak görülür ve çok büyük cimriliğe işarettir. Çadırda çayın bulunması, gelen nıisafire bu çaydan kaynatılarak ikram edilmesi Tuvalıların eskiden beri kutsal saydığı gelenekleri arasında. Oğlan tarafından kız ve erkek akrabalardan bir grup seçilir. En iyi atlar eyerlenir. Oğlanın akrabaları, mataralara içkileri, içi dolu tencereleri, bir bütün çayı (Burada kastedilen çay arı peteği şeklindedir ve sıkıştırılarak sertleştirilmiştir.E.A.) ve bir miktar tütünü kızın ailesine götürür. Kız akrabalar ise renkli incilerden kızın ailesine götürürler. Oğlanın akrabaları kızın  akrabalarıyla karşılaşınca:
-Çayı koparayım, diyerek çayın kenarından kopardığı bir parçayı kızın annesine saygıyla sunar. Oğlanın kız akrabası, gelin olacak kızla karşılaştığında konuşur ve renkli incileri Çin’ den gelen ipliğe dizerek gelinin saçlarına bağlar. Koparılan çayı, paketinden çıkarılan tütünü kızın akrabaları ve komşuları içerler. Çay koparma ve sigara ikram etme geleneği gelinlik kızın kaynata ve kaynanasının olduğunu halka ilan etme anlamına gelir.

4. Nişan
Oğlanın anne ve babası gelinin ne zaman geleceğini öğrendiğinde yiyecek ve içeceğini hazırlamaya başlarlar. Oğlan tarafından nişan için gidecekler yola çıkmadan önce, kızın yakın akrabalarını, komşularını tek tek öğrenir. Hangi çadıra nasıl deri matarada, ne kadar içki götürüleceği, nasıl bir kap içerisinde hangi yiyeceklerin sunulacağı, hediye olarak nelerin verileceği önceden belirlenir ve ayrı ayrı kaplara konur. Sürahi, matara, ağaç bakraç içerisine içkiler konur. Heybeler, çıkınlar içerisine haşlanmış et, börek, çörek, peynir ve öğütülmüş yulaf konur. Nişan için gidilirken oğlanın anne ve babası, oğullarını ve yakın akrabalarını yanlarına alırlar. Saçıyı, ateşe saçacak kişi önceden seçilir. Nişan olduğu günün gündüzü ateşe saçı saçmak mutlaka yapılması gereken bir gelenektir. O kutsal geleneğe “ateşe saçı saçma” denir. Oğlanın anne ve babası tarafından pehlivan, cesur ve ağzı söz yapan bir kişi seçilir. Gelinin anne babasının çadırına doğru gidilirken öncelikle bu seçilen kişi ata bindirilir. Oğlan tarafından gelen bu kişi kızın en yakın akrabalarının çadırlarını dolaşarak ateşlerine saçı saçar, dua eder. Kızın ailesinin çadırına geldiğinde öncelikle bir kase “hoytpak” (bir çeşit kımız) içirtir. Arkasından bir kadeh içki sunar. Bundan sonra haşlanmış eti tabağı iyice doldurarak sunar. İş zora girecek olursa saçı saçıcı içkinin sertinden sunar. Nişan gününde saçı saçıcı kız tarafından mutlaka sıkıştırılır. Saçı saçıcı, oğlanın anne ve babasının ve akrabalarının adına kötülük gelmemesi için, içkiyi uygun şekilde az içer, yemeği yer. Yapması gereken en önemli şey ise kızın akrabalarının çadırlarını tek tek  gezmesidir. Nişan için gelenler kızın anne ve babasının çadırına gelerek atlarından inerler.Kaplardaki yiyecek ve içecekleri kızın babasına içirirler. Kızın babası bu yiyecek ve içecekleri konu komşuya dağıtır.Kızın anne ve babasının çadırına bütün akrabaları toplanır. Toplananlar az ise deri mataradan içki ikram edilir. Toplananlar çok ise içki kazan içine doldurulur
Her şeyden önce oğlanın babası kızın anne ve babasına yönelerek, “Çocuklarımı çiçeklendirmek için geldim.” diyerek ilk doldurduğu kadehi iki eliyle kızın babasına sunar. İçki dolu kadeh diğer oturanlara da sunulur. Bulunanlar az ise yalnız bir kadehle herkese içki sunulur. Çok ise iki kişi iki kadehle oturanlara içki sunar. İçkiyi sunan kişi öncelikle kızın akrabalarına hediyesini verir, daha sonra içki sunar. Hediye Çin veya Hindistan’dan gelmiş olur. Bu hediye keçi derisi dilinip, içinden ve dışından bükülerek elde edilen urgandır. Nişan olduğu günün gündüzünde iyi bir at veya deri matara seçip alınır. Öncelikle oğlan tarafı kız tarafının at seçmesi için hazırlıklı olur. Kız tarafından “nişan babası” denen kişi gelerek oğlan tarafından en iyi matarayı seçip alır. Bu ise dünür olmanın bir geleneğidir. Oğlanın akrabalarının gücü yeterliyse kız tarafının her birine ayrı ayrı mallar hediye eder.

5. Ayını Gününü Sorma, Düğün Yapma, Gelin Karşılama Eskiden Tuvalılar kendi soyunu dokuz kuşaktan beri bilirmiş. Kan akrabalarını çok iyi bilirler ve üç göbek yakınların oğlu kızı birbirleriyle evlennıez. Kızlar on beş, on yedi, on dokuz yaşlarında kocaya varırlarmış. Eski Tuvalarda evlenecek oğlanın, kızın ataları hangi ayda, hangi gün evden
çıkılacağını büyük Şamana sorarlarmış. Budizm Tuva’ya geldikten sonra kocaya varacak kızın hangi gün evden çıkacağı, kız alacak erkeğin hangi gün evleneceği, hangi tür bir ata binileceği lamadan sorulmaya başlanmış. Gelin olacak kız evinden ata binip giderken, atın dizginini kimin tutacağını da sorar. Lama bu kişinin uygun olup olmadığını söyler. Lama, karı koca olacakların doğduğu yıllara bakarak, onların birbirlerine uygun olup olmadıklarını da söyler. Kızın gelin gidecek ayını, gününü öğrendikten sonra anne babası da bu tarihi uygun bulmuşsa erkek tarafı düğün için gelebilir. Düğün, kızın anne babasının evinden çıkması demektir. Düğün, oğlanın kendi yuvasını kurması demektir.
Düğün günü kızı erkeğe verme günüdür. Düğün günü, kızın yeni kurulan evin büyük sahibi olması demektir.
İşte bütün bu gelenek, anlayışlar bizim atalarımızdan beri gelen törelerimizdir. Kızın anne ve babası, akrabaları; yiyeceğini, dört mevsim giyeceği elbiselerini, ayakkabılarını hazırlarlar, konuşulan günde ata bindirmeye hazır ederler. Kocaya varacak kızın atının dizginlerini, kız ile yılları uygun olan bir erkek çeker. Bu oğlan kızın bindiği atı evden uzaklaştırdıktan sonra dönüp gelir. Bundan sonra gelin olacak kız kendi atını kendisi yönetir. Düğün, gelin kızın anne babasının evinden ata binip çıkmasıyla başlar.
Gelin karşılama geleneklerin başka bir güzelliğidir. Kızın anne babasının evinden oğlanın anne babasının evi uzak ise gelin getirenler üç defa karşılanır. Aşacak aşıtta, geçecek geçitte ve duracak yerin yakınında üç defa karşılama yapılır. Gelenek ciddi ve ayrıntılı: Gelin getirenler birinci karşılanışta başka, ikinci karşılanışta başka ve üçüncü karşılanışta başka kişilerce karşılanır. Karşılayanlar erkek tarafındandır. Karşılayanların lideri deri matarada içkisi olan biri olur. Bu kişi öncelikle gelinin babası olmak üzere kız tarafından olanlara içki sunar.
Bu yolda durma geleneği; atlardan inerek durmayı, dinlenmeyi ve soğuk bir şeyler içmeyi amaçlamaktadır. Kız tarafından gelen misafirler gelinin ineceği yere yaklaşınca mutlaka karşılanır. Bundan kasıt uzaktan gelen kişileri dinlendirme amacına yöneliktir. Oğlan tarafı çayı kaynatıp çaydanlıklara doldurur. Yanına yemekleri ve kap kaçağı
alarak karşılanacak yere gidip beklerler. Karşılama bittikten sonra buraya getirilen kap kacak gelinin olur.

6. Çadırı Dolanma
Getirilen kızın eşyaları yeni kurulan çadıra yerleştirilir. Eski gelenekte yeni kurulan çadırın çevresinde gündüz üç defa dolanılır. Şayet yeni çadır kurulamamışsa, çadır kurulacak yere hir kazık çakılarak onun etrafında üç defa dolanılır. Yeni kurulan evin içinde şık, yeni elbiseli insanlar tıka hasa doludur. Oğlan tarafından bir kişi, hir kaba çay, hoytpak koyarak düğün için gelenlerin üzerine saçar. Bunun amacı herkesi güldürmek ve sohbeti koyulaştırmaktır. “Yaştan artar.” derler.
Yeni kurulan çadır içinde gelin orun (sedir) üzerine oturur. Gelini kadınlardan biri devamlı takip eder. Çıkışta ve girişte yanında olur. Gelinin başı kapalıdır. Gelinin başına giydirilen şeye “baştangı” (duvak) denir. Gelenler gelinin yüzünü görmesin diye gelinin karşısına kalın kumaş parçası gerilir. Bu saatte damat çadıra giremez ve gelinin yanına gelemez. Ancak ilk yıldız gökyüzünde göründüğünde gelinin yanına girebilir. Eski Tuvalarda yeni kurulan çadırın içinde iki gencin yeni hayatı başlar. Onların yanına on üç yaşına kadar çocuklar girebilirler.
Daha eskiden ise on üç, yirmi yaş arası gençler girerek oynayıp şarkılar söylerlermiş. Düğün olan yerde otuz yedi yaşını doldurmayanlar içki içemezlermiş. Kırk dokuz yaşını dolduranlar iki kadeh içki içerlermiş. Düğün olduğu yerde sarhoş olunmaz, bağrışma, birbirleriyle dalaşma olmazmış. Düğün olan yerde içkinin son kadehi yaşça en büyük olana sunulur. Bu ihtiyar kişi içkisini içerek; ateşe, yere, göğe içkisinden saçarmış. Düğün bittiğinde en yaşlı kişi şu sözleri söylermiş:
– Yeni kurulan çadırın ateşi sönmesin!

7. Alkış
Tuva düğününün bir başka özelliği ise geline alkış tutmaktır. Bu işi yapmak için Askak – Kaday (aksak kadın)’ın çok yaran dokunur. Akrabalardan uygun olan biri “aksak kadın” olarak seçilir. Aksak kadın bir bez içinde yulaf ve elinde
balta taşır. Aksak kadın bezdeki yulafı yerlere saçalayarak ve baltayla da yerlere vurarak yürür. Gelin ise aksak kadının eteğinden tutarak peşinden gider. Aksak kadın balta ve yulafını en son girdiği çadırda bırakır.
Aksak kadın, gelini kayın babası ve kaynanasının evine getirir. Kaynana bir kaseye süt koyarak önce kendi tadına bakar, sonra gelinine verir. Gelini de sütün tadına bakar ve tekrar kaynanasına verir. Bu gelenek gelinle kaynanasının tanışmasını ve yüz açmayı sağlar. Kayın babanın evinde gelin için alkış tutulur. Alkış, duayı kadınlar da erkekler de yapabilir. Bazılan çok güzel dua, alkışta bulunurken, bazılan da bu işte acemidir. Alkışta bulunmak yeni ev kurmuş gençlere çoluk çocuklu, varlıklı, sağlık içinde yaşamasını dilemektir. Tuvalarda alkış olmayan düğün olmaz.

 

Tuva’da gelin için yapılan bir alkış:

Düzenli kurulacak çadırlı ol kızım,
Tepeyi bürüyecek mallı ol kızım,
Kayalar, taşlar kadar etli ol kızım,
Sürüler kadar mallı ol kızım.

Eyerlediğin rahvan olsun kızım,
Sahip olduğun gümüş olsun kızım,
Öncü atın yürüyüşlü olsun kızım,
Yürüyenin rahvan olsun kızım.

Ağaçkakan gibi süslü ol kızım,
Keklik gibi eş dostlu ol kızım,
Koşarak dolaşılamayacak ağıllı ol kızım,
Şaşılacak kadar çok mallı ol kızım.

Dünya çiçekleri gibi güzel ol kızım,
ikiz ağacın kozalağı gibi eş dostlu ol kızım,
Ak boğa derisinden mataralı ol kızım,
Ak kayından kepçeli ol kızım.

Yazıya sığmaz yılkılı ol kızım,
Ağıla sığmaz koyunlu ol kızım,
Avlanmayı bilen oğullu ol kızım,
Yumuşak huylu kızlarla ol kızım.

Girip çıkacak halklı ol kızım,
Yağlı ballı yemekli ol kızım,
Yararlı aşlı, yemekli ol kızım,
Yanında bulunacak eş dostlu ol kızım.

Gireni karşıla kızım.
Çıkanı uğurla kızım,
Acıkanı doyur kızım,
Azana merhamet et kızım.

Hesaplı olma kızım,
Kepçeyle yemek pişirme kızım,
Cimri olma kızım,
Kaşıkla yemek koyma kızım.

Yola gidecek atlı ol kızım,
Çadır dikecek oğlanlı ol kızım,
Nakışlarla bezeli elbiseli ol kızım,
İğne tutar kızlı ol kızım.

Rüzgar gelirken barınaklı ol kızım,
Bela gelirken savunmalı ol kızım,
Oturup yaşayacak saraylı ol kızım,
Oddan, ateşten Tanrılı ol kızım.

Atalarına layık ol kızım,
Milletinle gurur duy kızım,
Ova geçerken tozlu ol kızım,
Geçit aşarken mallı ol kızım.

8. Gelinin Kayın Baba ve Kaynanasına çay İçirmesi
Alkış ve dua bittikten sonra yeni gelin kendi evine gelir. Bir gün geçtikten sonra, oğlan tarafından iki kadın gelinin getirdiği çeyizini derleyip düzenler. Annesinin öğrettiği şekilde gelin, kazan dolusu çayı kaynatır. Kayın babası,
kaynanası ve komşuları ak çadırına çay içmeye davet eder. Gelinin kaynattığı çaydan becerikliliği anlaşılır. Bu çay yeni kurulan evin şöhreti olarak kalır. çay içerken sohbetler edilir, tanışmayan kişiler varsa tanışırlar. Kaynatılmış çay Tuva çadırının en muteber içeceğidir. Ateş yanıyorsa üzerinde mutlaka çay bulunur. Evlenen gençler anne babasından, yakın akrabalarından hediye olarak çeşitli mallar alırlar. Bu mallar; keçi, koyun, dana, öküz, sütlü inek ve binek atı olmak üzere her çeşittendir. Bu, Tuva’nın konar göçer hayvancılık hayatında, akrabalar arasındaki yardımlaşmanın bir göstergesidir.

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU


Tıva Türklerinin Atasözleri

Tuvalı ihtiyarlardan derlenen metinler incelendiğinde, Tuva insanının eskiden beri güneşe tapındığı görülür. Güneş, Tuvaların tapındığı dokuz şeyden en başta gelenidir. ‘Yer’ de Tıvalar için kutsal sayılan kavramlardan biridir. Kijiniñ iyеzi çеr “İnsanoğlunun annesi yerdir” sözünde anlatıldığı gibi Tıvalar için yeryüzüne ait her yer insanoğlunun annesidir ve kutsal addedilmektedir. Tıva atasözleri genellikle iki önermeden oluşmaktadır. Birinci önermede insan yaşamıyla ilgili durumlar ele alınmaktadır. İkinci önermede ise birinci cümledeki önermeyi doğrulamak ve bir yorumda bulunmak için doğayla veya hayvanlarla ilgili bir gözlem sunulmaktadır. Bu gözlemler genelleme yapılarak ifade edilmektedir. Atasözlerinde, Sayan Dağları ile Tañdı Dağlarının arasında yaşayan Tıvaların gelenekleri, insanî değerleri, dünya ve kâinatı algılayış biçimleri, insan insan, insan doğa, insan toplum ve insan hayvan ilişkileri dikkat çekmektedir.
Tıva atasözleri, konu bakımından değerlendirildiğinde; çalışkanlığın faydaları, bilgili olmanınyararları, tembelliğin zararları, cesurluğun saygınlığı, insan ve hayvan sevgisi, dostluğun önemi, beceriksiz, dedikoducu, kıskanç ve sahtekâr insanların yerilmesi, akıl ve edebin faydaları, lüzumsuz ve kötü konuşmanın sebep olduğu zararlar, iyilik ve kötülük; kadının, eş, kardeş, anne olarak toplumdaki yeri vb. konuların işlendiği, dolayısıyla, Türk atasözleriyle ortak temaların olduğu görülmektedir.

Bоdаngаn çаspаs,
Bоdu uşkаn ıglаvаs.

Düşünen aldanmaz,
Kendi düşen ağlamaz.

Аdıñ kаmnаp çоr,
Аdаñ sаktıp çоr.

Adını koruyup yürü,
Babanı hatırlayıp yürü.

İyi ıt аrаzıngа söök kаgbа,
İyi kiji аrаzıngа sös söglеvе.

İki köpek arasına kemik atma,
İki kişi arasına söz söyleme.

Sug körbеyn idiiñ ujulbа,
Еçizingе çеtpеyn dаlаşpа.

Suyu görmeden ayakkabını çıkarma,
Sonuna ulaşmadan acele etme.

Çеvеn kıs çеp еjip bilbеs,
Çеvеn ооl bаldı sıptаp bilbеs.

Beceriksiz kız urganı toplayamaz,
Yeteneksiz oğul balta sapı olamaz.


Еrtеm çоktа,
Еrtеn bаzа dün.

Bilim yoksa
Gündüz de gece.

Аgı çеçее – аjıg,
Аrtık sös – аnçıg.

Doğru konuşan acı,
Gereksiz söz sıkıcıdır.

Çеrni çаs оtturаr,
Sеtkildi еji оtturаr.

Yeri yaz uyandırır,
Ruhu eşi uyandırır.

Аrıg ürеzin özüüçеl,
Аk sеtkil – büzürееçеl.

Saf tohum dayanıklıdır,
Dürüstlük güvenirliktir.


Bоdunuñ bаjındа tеvе körbеyn,
Еjiniñ bаjındа tеvеnе körgеn.

Kendisinin başında deveyi görmeyen,
Arkadaşının başında çuvaldızı görürmüş

Hаtçıl çаstıñ, dünü – sооk,
Kаrа sаgıştıgnıñ kаrаа – sооk.

Rüzgârlı yağmurun akşamı soğuktur,
Kötü niyetlinin gözü soğuktur.

Еr kiji bоdаldıg çоruur,
Еki-bаktı ılgаp çоruur

Er kişi düşünerek yürür,
İyiyi, kötüyü ayırarak yürür.

Еki sözüñ е’tkе sаtpа,
Çаjıt sözüñ çаggа sаtpа.

İyi sözünü ete satma,
Sırrını yağa satma.


Çаlgааnıñ çıldаа höy,
Çаzıynıñ çаrааzı höy.

Tembelin bahanesi çok,
Açgözlünün salyası çok.

Öjеş ööndеlеvеs,
Öttünçеk öörеnir

İnatçı düzelmez,
Taklit eden öğrenir.

Аmıdırаlgа ınаk – sеgiir,
Аjı-tölgе ınаk – bаyıır.

Yaşamını seven mutlu,
Çocuklarını seven zengindir

Salih Mehmet Arçın

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU

Tuva - Fotoğraf Aşkın Çakır

Tuva – Fotoğraf Aşkın Çakır


TUVA’DA GELİN İÇİN YAPILAN BİR ALKIŞ (DUA)

Düzenli kurulacak çadırlı ol kızım,
Tepeyi bürüyecek mallı ol kızım,
Kayalar, taşlar kadar etli ol kızım,
Sürüler kadar mallı ol kızım.

Eyerlediğin rahvan olsun kızım,
Sahip olduğun gümüş olsun kızım,
Öncü atın yürüyüşlü olsun kızım,
Yürüyenin rahvan olsun kızım.

Ağaçkakan gibi süslü ol kızım,
Keklik gibi eş dostlu ol kızım,
Koşarak dolaşılamayacak ağıllı ol kızım,
Şaşılacak kadar çok mallı ol kızım.

Dünya çiçekleri gibi güzel ol kızım,
ikiz ağacın kozalağı gibi eş dostlu ol kızım,
Ak boğa derisinden mataralı ol kızım,
Ak kayından kepçeli ol kızım.

Yazıya sığmaz yılkılı ol kızım,
Ağıla sığmaz koyunlu ol kızım,
Avlanmayı bilen oğullu ol kızım,
Yumuşak huylu kızlarla ol kızım.

Girip çıkacak halklı ol kızım,
Yağlı ballı yemekli ol kızım,
Yararlı aşlı, yemekli ol kızım,
Yanında bulunacak eş dostlu ol kızım.

Gireni karşıla kızım.
Çıkanı uğurla kızım,
Acıkanı doyur kızım,
Azana merhamet et kızım.

Hesaplı olma kızım,
Kepçeyle yemek pişirme kızım,
Cimri olma kızım,
Kaşıkla yemek koyma kızım.

Yola gidecek atlı ol kızım,
Çadır dikecek oğlanlı ol kızım,
Nakışlarla bezeli elbiseli ol kızım,
İğne tutar kızlı ol kızım.

Rüzgar gelirken barınaklı ol kızım,
Bela gelirken savunmalı ol kızım,
Oturup yaşayacak saraylı ol kızım,
Oddan, ateşten Tanrılı ol kızım.

Atalarına layık ol kızım,
Milletinle gurur duy kızım,
Ova geçerken tozlu ol kızım,
Geçit aşarken mallı ol kızım.

Alkış:
Tuva düğününün bir başka özelliği ise geline alkış tutmaktır. Bu işi yapmak için Askak – Kaday (aksak kadın)’ın çok yaran dokunur. Akrabalardan uygun olan biri “aksak kadın” olarak seçilir. Aksak kadın bir bez içinde yulaf ve elinde
balta taşır. Aksak kadın bezdeki yulafı yerlere saçalayarak ve baltayla da yerlere vurarak yürür. Gelin ise aksak kadının eteğinden tutarak peşinden gider. Aksak kadın balta ve yulafını en son girdiği çadırda bırakır.
Aksak kadın, gelini kayın babası ve kaynanasının evine getirir. Kaynana bir kaseye süt koyarak önce kendi tadına bakar, sonra gelinine verir. Gelini de sütün tadına bakar ve tekrar kaynanasına verir. Bu gelenek gelinle kaynanasının tanışmasını ve yüz açmayı sağlar. Kayın babanın evinde gelin için alkış tutulur. Alkış, duayı kadınlar da erkekler de yapabilir. Bazılan çok güzel dua, alkışta bulunurken, bazılan da bu işte acemidir. Alkışta bulunmak yeni ev kurmuş gençlere çoluk çocuklu, varlıklı, sağlık içinde yaşamasını dilemektir. Tuvalarda alkış olmayan düğün olmaz.

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU

Halk edebiyatı ürünü olarak alkışlar; halkın mitolojisini, günlük
hayatını, iyilik ve kötülük hakkındaki duygu ve düşüncelerini, güzellik
ve çirkinlik anlayışlarını, hastalık ve hastalık sebepleri ile bunların
tedavi yöntemlerini, doğa-insan ilişkilerini, gök, yer, atalar kültü gibi
halk bilgisinin çeşitli yönlerini dua ve dilekleri vasıtası ile
yansıtmalarından oluşan ve bazen doğal halleri korunarak bazen de
yeni kültür unsurları ile özdeşleşerek gelecek kuşaklara aktarılan
kültür öğeleridir. Alkış kelimesinin temelini dualar oluşturur. Türk
sözlü kültür unsurları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Alkışlar daha
çok bir yakarış şeklinde, kadirşinaslığın göstergesi olarak bir dilekte
bulunma veya yapılan bir iyiliğe karşılık iyilik istemedir. Bunun zıttı ise
beddua (kargış veya ters bata) olarak ifade edilebilir.

Enver KAPAĞAN

Edegey-Altın Bulak-Tuva- Fotoğraf Aşkın Çakır

Edegey-Altın Bulak-Tuva- Fotoğraf Aşkın Çakır


Altai Kai – Bahadır’ın Sözü

Bu güzel Altay’da,
Halı gibi güzel vadide,
Ak dağın eteğinde,
Ak denizin kıyısında
Hayatını boşuna yaşamayan
Bahadırımız yaşamış.

Oraya baksa, öyle değil,
Buraya baksa, böyle değil,
Oraya baksa, ayı gibi,
Buraya baksa, kurt gibi,
Korku sözlerini o bilmez,
Bahadırımız yaşamış.

Altay tarafından kutsanmış:
Attığı oku düz vurur,
Bindiği atı görkemli,
Yaptıkları dosdoğru
Söylediği sözü düşündürücü.
Dinleyin, dinleyin, dinleyin!

Sonuçta bahadır demiş:
”Gelir, gelir o günler de
Halı gibi güzel vadide,
Bu güzel Altay’da
Değişir, değişir yaşamımız!”

Altay’ıma zamanlar gelir,
Ulusumuz kötüleşip (ahlaksızca davranıp) yaşar,
Acı zehirli suyu içip,
Ulusumun sayı azalır
Altay’da, Altay’da, Altay’da!

Kişi, kişi anlaşmadan,
Örf ve adet ile savaşır.
Başka halk gelip,
Başka örf adetleri öğretir.
Öğretir, öğretir, öğretir!

Bir gün Altay’a
Genç Altay bahadır gelir.
Ulusumuz uyanır,
Altay ulusu birleşir,
İlerler, ilerler hayatımız!


Türk Töresi “Balbal”


Türk Töresi “Sagu”


Türk Töresi “Kımız”


The Altaic Language Family


TUVALARIN ESKİ GELENEKLERİ / ÇOCUKLAR

Üç Yaşından On Üç Yaşına Kadar Erkek ve Kız Çocuklarımn
Yapmaması Gereken Şeyler:

Annenin çoluk çocuğunu besleyip büyüttüğü, yetiştirdiği yer çadır imiş. Bebekler
konuşmaya başladığında, çocuklar eşyaların farkına vardığında anneleri
onlan; okşayıp, sevip, besleyip giydirdiği çağda, her şeyden önce neleri yapmaması
gerektiğini onlara anlatırınış. Bu anlatmada doğruluk, sorumluluk ve öğretme
amacı bulunur. Bu öğretilenlerin neler olduğunu örneklerle görelim:
Küçük çocuklar yastık yüzüne değmemelidir. Yastığın içerisinde doğanlann
göbeklerinin saklı olduğu deriden çıkın var.
Küçük çocuklar sandıklann süslemesini bozmamalıdır. Sandığın dışı süslemeli,
güzelolur. İnsanın yüzü de öyle. Çocuklar kap kacaklan kırmamalıdır.
Ateş parçası alarak onunla oynanmaz. Çünkü ateş Tuva insanının Tannsıdır. Besi
hayvanlannın kesildiği yere çocuklar gidemez ve dökülen kanı göremez. Ölünün
bulunduğu yere küçükler gitmezler. Sonsuz uykusuna yatan kişinin yanında
gürültü edilmemelidir. Küçükler başkalanna ait bir şeyi çalamazlar. Çalarlarsa
azap çekerek ölürler. Çocuklar yalan söylememelidir. Yalan söylerlerse büyüdüklerinde
sesleri kısılır. Yalancı kişi kara iftira yayar. Hırsız ve yalancının yolu
birdir, cehenneme gider. Küçükler sigara içemezler. Çocukluğunda sigara içenin
yedi ciğeri çürür. Çocuklar içki içemezler, içerlerse büyüdüklerinde aptal
olurlar. Küçüklüğünde içki içenler yaşlılıkta girecek ev bulamazlar. Çadıra yaşça
büyük olanlar geldiğinde çocuklar saygı ifadesi olarak ayağa kalkmalıdır. Büyüklerini
gördüğünde oturmaya devam eden çocuklar akılsız olurlar. Büyükler
kendi aralannda bir şey konuşuyorsa, küçükler onlann konuşmasını dinlemezler
ve çadınn dışına çıkarlar. Küçüklerin yiyebileceği yiyecekler var, yemeyeceği
yiyecekler var. Bunun gibi dinleyebileceği konuşmalar var, dinlemeyecekleri konuşmalar var. Büyüklerin konuşmasını küçükler bölmezler. Büyüklerinin sözünü
kesen küçüklerin büyüdüklerinde kulakları sağır olur. Küçük çocuklar Şamanın
çadırına gitmezler. Şaman çadırına giderlerse karınları şişer, çünkü; Şamanın
putları kıskançtır ve çabuk öfkelenir. Küçükler büyüklerin önünden geçmez.
Geçerlerse kendileri ihtiyarladığında kimse saygı göstermez. Çocuklar büyükleri
n adını doğrudan söylemezler. Büyüklerin adını söylerlerse boğazları şişer.
Küçükler çadır yanında oynarken, bir yabancı gelse, evin köpeği boynundan
tutularak gelen misafir ağırlanır. Yabancı gelirken saldırmasın diye köpeği boynundan
tutan çocuklar bütün hayatı boyunca eş dost sahibi olur. Büyükler kitçüklere
bir şey uzattığında iki elle birlikte alınır. Tek el uzatılarak alınırsa bütün
hayat boyunca yalnız başına yaşanır. Gebe annenin önünden kitçitkler geçmemelidir.
Geçerlerse kızın ditğünü geç olur. Kitçükler çadırdan uzak bir yerde oynayacaksa
gideceği yeri büyüklerine söylemelidir. Anne ve babasından kaçarak
uzak yerlerde oynayan çocukları, bütün vücudu kara tüylerle kaplı bir kişi alarak
bir kuyunun içine götürür. Küçük çocuğa fincanla içecek sunulduğunda iki
eliyle almalıdır. Bir eliyle alırsa karnı hiçbir zaman doymaz. Küçitkler tabakların
dibini sıyırmaz, sıyırırlarsa aç kalırlar. Küçükler suyun içine hiçbir şey atmamalıdır.
Atarlarsa sidikleri koyulaşır. Küçükler çiçek koparamazlar, koparırlarsa
kulakları kopar. Oğlan çocukları ağabeylerinin sözünü dinlemelidir. Ağabeylerinin
sözünü dinlemezlerse yaramaz insan olurlar. Kız çocukları ablalarına karşılık
vermezler. Ablalarına karşılık veren kız çocukları oynayacak arkadaş bulamazlar.
Eve misafir geldiğinde kitçitkler yaramazlık yapmamalıdır, yaparlarsa
bu geleneklere aykırı olur.

Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Kız Çocuklarımn Öğrenmesi
Gereken Şeyler:
Kız çocuğu üç yıl yaşayıp saçları kesildiğinde teyzesinin hediye olarak verdiği
keçinin rengini bilmelidir. Yedi yaşına gelen kız, çadırın içini süpürgeyle temizlemesini
öğrenir. Dokuz yaşına gelince keçi, koyun, inek sağması öğretilir.
Oğlak, kuzu, buzağıyı bir araya getirebilmelidir. On üç yaşına gelen kıza annesi
oyuncak elbisesi diktirir. On üç yaşındaki kız yitn eğirir. On beş yaşında çayı kaynatmasını bilir. On beş yaşındaki kız peynir yapmasını bilir. On altı yaşındaki
kız kesilen besi hayvanlarının içini temizlemeyi öğrenir. On yedi yaşındaki
kız koyun kırkar, on yedi yaşındaki kız yün kabartır, on yedi yaşındaki kız yemeği
bilmelidir. On yedi yaşındaki kız kuzu derisini sepileyip, elbise yapmak
için kendisi biçer, diker, dışını ipek ile süsler. Bu işleri yapabilen kızın annesi
çocuğunun kocaya gittiğinde zorluk çekmeyeceğini bilir. Eski Tuvalar gelin seçip
alırken işçimenliğine, becerikliliğine ve kişilikliliğine önem verirlermiş. Kızın
annesi kocasının ve kendisinin üç göbekten yakın akrabalarını kızına anlatır.
Bunun birinci sebebi ise üç göbekten akrabalar birbirleriyle evlenemezlermiş.

 

 

Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Erkek Çocuklarının Öğrenmesi
Gereken Şeyler:
Üç yaşındaki erkek çocuğu dayısının hediye olarak verdiği tayın rengini bilmelidir.
Beş yaşındaki erkek çocuğa babası karaca küpelerinden yapılan kayışı
verir. Çocuk bu kayışla kaçan buzağıyı yakalamasını öğretir. Yedi yaşındaki erkek
çocuk babasının arkadaşı olur. Babası yedi yaşındaki oğlunu boğa başı değer
yere çıkarır. Dokuz yaşındaki erkek çocuk dana üzcrine biner. Dana üzerine
binerek koyun çobanlığı yapar. On üç yaşındaki erkek çocuk başkalarının koyununu
gü derek karnını doyurur ve ailesine yardımda bulunur. On üç yaşındaki oğlan
yarış atına bindirilir. On beş yaşına gelen erkek çocuk yolunan arpayı sapından
ayırarak temizler. Temizlenmiş arpayı değirmende öğütlir. Annesine çay yapacak
odunu kırabilir. Babası on beş yaşındaki oğluna ot, ekin biçecek tırpan ve
orağı alıp verir. Bunun dışında yularlı, dizginli eyeri oğlunaa verir. Oğlan eyerli
ata binerek sürer. On beş yaşındaki erkek çocuk ekini sular, yabancı otlarını
ayıklar. On altı yaşındaki erkek çocuk besi hayvanını kendisi keser, derisini yüzerek
etini temizler. On altı yaşındaki genç babasının izniyle yakınlarda yaşayan
komşulara atıyla yolculuk eder. On yedi yaşındaki erkek çocuk atın kutsal yelesini
kesebilir. On yedi yaşındaki erkek çocuk öküz derisinden yapılan urganı
örer, yuları bağlar. On yedi yaşındaki oğlan dağ aşar, tepe geçer. Kendi kendine
yolculuk yapar. Balık, av avlayıp komşularının et ihtiyacını giderir. On yedi yaşındaki
genç yarış olan yerlere gider. Bayramlarda güreşir, milli oyunları oynar,
erliğini gösterir. Babası oğluna üç göbekten akrabalarını anlatır.

 

 

On Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Kız Çocuklarının Düşünınesi
Gereken Şeyler:
Kızların ağzı sağlam olmalı. Halkın arasında gevezelik ederse, leş görmüş
kuzgundan kötü görünür. Kızlar canlı hayvanın canına kıymaz. Kız çocuğu yaratılışından
Tanrıya yakındır. Kızlar eteğini açmamalıdır. Uzun etekli elbise giy- .
melidir. Kız çocuğu yabancı evde yatmamalıdır. Yabancının evinde yatan kızlar
ahmak buzağıya benzer. Kızlar yerden ip, kendir almamalıdır. Alırlarsa do ğurmaları
güç olur. Kızlar mahir olmalıdır, tembel kızların yanına sevecekleri gençler
yaklaşmaz. Kızların gözleri yumuşak bakışlı olmalıdır. Soğuk bakışlı kızlar
yılanın bakışını hatırlatır. Kızlar insanların yedikleri yemeklerin hepsini yapabilmdi.
Yemek yapmasını bilmeyen kızların kocaları evden kaçar. Kızlar yaş çubuk
kırmaz, çiçek yolmaz. Bunları yaparsa çocuklarına merhametsiz olur. Güler
yüzlü kızların yanına sevgililer yığılır, kaba kızların yanına it dahi yaklaşmaz.

 

 

On Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Erkek Çocuklarının
Düşünmesi Gereken Şeyler:
Oğlan çocuğunun yiğidi iyidir. Yazın sıcağına, kışın soğuğuna alışık erkek
çocuğu pehlivan olur. Kurt öldüren erkek çocuk avcı olur. Er kişi seyahat etmelidir.
Yola koyulan genç atının yönünü geri çevirmemeHdir. İyi at sahibini zenginleştirir,
yiğit genç halkını ünlendirir. Oğlan yılkı gü der. Oğlan ıssız yerde konaklamaktan
korkarsa, er adını kaybeder. Genç, çadırı kurmasını, sökmesini bilmclidir.
Çadırı kurup sökemeyen genç alaya alınır. Erkek çocuk becerikli olmalı,
eli ağır erkek çocuğu karnını dahi doyuramaz. Oğlanın kolu güçlü olmalı. Bir
çuval zahireyi atının eyerine koyabilmeli. Oğlan çocuğu yola gitmeli. İyi at yolda,
yiğit er at üstünde ölür. Erkek adam merhametli olmalı. Yumruğunu tutan
oğlan, ağzını açan aç kurda benzer. Şarkı söyleyen gencin yanına kızlar yığılır.
Oğlan kişi neşeli olursa, sağlık, sıhhati yerinde olur.

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU


TUVALARIN ESKİ GELENEKLERİ / Yere, Suya ve Göğe Karşı Yapılmaması Gerekenler

Tuvalılar göğü atası olarak görmüştür. “Mavi göğüm”, “Ak göğüm”, “Kara
göğüm” diye Tuva insanı göğü kutsayarak yaşamıştır. Bundan başka evrende
dokuz gök var. Bunlara sabahki çay saçılmazsa, mutluluk eksilir. Tuvalılar gökyüzü
hakkında kötü sözü kesinlikle söylemez. Ona sadece tapınır, yalvarır ve saçı
sunar. Eski Tuvaların düşüncesine göre; mavi gök yeryüzündeki her şeyi görür
ve duyar. Dokuz göğün ucunda ak gök var. Orada “azarlar”, “hoorlar” adlı
halk yaşar. O halklardan çıkan Şaman çok güçlüdür ve ateş edilmekle öldürülemez.
Eski Tuvalılar güneşe taparmış. İnsanın sağlıklı olması, tok yaşaması; yeryüzünde
yetişen ağacın, ekinin bol olması aydınlık güneşe bağlıdır. Güneşe doğru
bakarak gevezelik edilmez, tükürülmez, bağrılmaz denir. Güneşe kötü gözle bakanların,
cehenneme gittiğinde dilini keserlermiş.
Ulu Tanrı kuyruğunu salladığında yıldırım çakması; göğsünü hırıldattığında
deprem olurmuş. Yıldırım çaktığında insan at üzerinde gitmez, giderse başına
yıldırım düşer. Eski Tuvarlarda yağmur yağarken, gök gürlerken, yıldırım çakarken
küçük çocuklar dışarı çıkarılmaz ve gürültü yaptırılmazmış.
Tuvalılar aya da tapınırmış. Atalarımız aya bakarak; havanın yumuşak veya
sert olacağını bilirlermiş. Çıkan ayın durumuna bakarak; nasıl bir rüzgar eseceğini,
yağışın kar mı, yağmur mu olacağını, havanın soğuk mu, sıcak mı olacağını
dosdoğru tahmin ederlermiş. Anne babalar öncelikle çocuklarına ayı gösterip
havanın nasıl olacağını öğrettiklerinden, çocuklar havanın açılacağı zamanı bilirlermiş.
Ay tutulduğunda öksüz erkek kişiyi bağırtarak, ayın rızası alınırmış.
Aya tapınılmazsa gecenin geçip geçmeyeceği bilinmezmiş.

Eski Tuvalar yere “kitap” der. Yer ile insanın göbeği birbirine bağlıdır. Eski
devirlerde çadır içinde bebek doğduğunda, bebeğin eşi, çadır içinde kazılan bir
çukura gömülürmüş. Bu gelenek insanla toprağın birbirine bağlılığını gösterirmiş.
Toprak kutsal, toprağı kazmak eşelemek yasaktır. Yerden biten çiçekleri
koparmak da yasaktır. Çiçekle çocuğun ruhu eşittir. Bu yüzden eski Tuvalar çiçekleri
yolmazlarmış. Yer üstündeki dağları, nehirleri, bitkileri eskiden beri korumuş
ve esirgemiştir.
Yemişi olan bitkileri kesmek yasaktır. Siyah frenk üzümü, kızıl frenk üzümü,
yaban mersini, çilek gibi meyveler toplanırken dalları koparılmaz, sadece meyveleri
alınır. Dağ servisini kesmek yasaktır. Kuş kirazı bulunan yerlerdeki ağaçlar
kesilmez.
Orman içinde oturulup ateş yakılan yerden ayrılırken, yakılan ateş söndürülür.
“Ateşten artmaz” şeklindeki atasözü küçük çocuklara aileleri tarafından öğretilir.
Avlanmaya çıkan avcılar, konakladıkları yerden ayrılırken, otağın ateşini
söndürüp, çadırlarının yanını temizleyip, paklayıp ayrılırlar.
Tuzlu yer kutsaldır. Eski Tuvalar tuzu büyük nimetten saymışlardır. Tuzlu
göller ve dağları kutsal kabul ederek bu bölgelere çadırlarını kurmamışlardır.
Doğduğu yerin tuzundan tadan insan soğuktan hastalanmaz derler. Yere düşmüş
bir tutam tuz görüldüğünde üstüne basması da yasaklanmıştır.
Akarsuya bent vurulmaz. Büyüklü küçüklü dağları olan Tuva’ da büyüklü küçüklü
ırmaklar vardır. Sarp dağlardan çıkıp akan küçük derelerde balık pek çoktur.
Bu tür suların önüne bent çekilmez. Irmağın, derenin önüne bent vurmak fakirleşmenin
bir işaretidir. Eski Tuvalar ince dereleri; üzerine tomruklar atarak
geçerlermiş. Daha büyük ırmaklar ise atla veya salla geçilirmiş.
ırmak suyuna çöp dökmek, leş atmak yasakmış.
Dalları birbirine değer iki ağaç birbirinden ayrılmaz. Orman içinde dalları
birbirlerine girmiş iki ağaç yetişmişse; oranın insanlarının birbirleriyle ilişkileri
derin olur derler. Bir kökten birden fazla gövde çıkar ise bu gövdeler kesilmez,
çünkü; bu gövdeler o bölgenin zenginliğine işarettir.
Besi hayvanına otlatılacak yerler ayrılır ve korunur. Tuva kültüründe her türlü
besi hayvanının farklı şekillerde otlatılması vardır. Otlaklar yılın dört mevsimine göre farklılık gösterir. Otlaklara ekin ekilmez, ateş yakılmaz ve civardaki ağaçlar kesilmez. Su olmayan yere ekin ekilmez. Ekin; arklann, kanallann ulaştığı yere ekilir.
Tuvalar eskiden beri arpa, buğday, yulaf yetiştirmişlerdir. Ekin içine giren dişi karaca öldürülmez, ürkütülerek kovalanır.
Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU

Tuva

Tuva


TUVALARIN ESKİ GELENEKLERİ / Korunması Gereken EvciI Hayvanlar

Korunması Gereken Evcil Hayvanlar

Atın başına vurmak yasaktır. At barış zamanında insanın çevik gölgesi, savaş
zamanında savaşçının güvenilir arkadaşıdır. At, yeryüzünde en yiğit, en güzel,
en faydalı ve en çevik canlıdır. Dağlarda, derelerde geyik hızlı derler, at ondan
daha hızlı. Düzlükte, ovada deve hızlı derler, at ondan daha hızlı. Atın başına
vurmak, atasının başına vurmak demektir. Atının başına kamçı vuran kişi, ömrünün
geri kalanında şeytanların elinden kurtulamaz ve kara cehennemi boylar.
Yeryüzünde yaratılan at insanın en faydalı arkadaşıdır.
Atın başı yere doğru çekilmez. Tuvalılar atının başını ağaç dalına bağlar. Atla
yola gidilirse insanoğlu açlıktan ölmez. Eski Tuvalılar ölen atın başını ağaç
üzerine asarlarmış.Ölen Şamanın cesedi çardağa bırakılırmış. Onların temiz kemikleri
toprağa bulaştırılmaz derler.

Sakatlamnış geyik yere atılmaz. Toju halkının sevgili ve faydalı arkadaşı geyiktir.
Yaralanmış veya ayakları çıkan, kırılan geyikler yere atılmaz. Geyiği yere
atan insan en sevdiği arkadaşını yere atmış gibi olur.
Atın yelesi kesilmez. Tuva insanın ilhamı atının yelesinde saklıdır. Atının yelesini
kesen insanın ruhu sıkılır.
Öküzün başına dizgin vurulmaz. Öküze burunluk takılır, semer vurulur. At
eyerlenir ve dizgin vurulur. Hayvanların eşyaları birbirine vurulup takılırsa, evdeki
mallar kırılır.Dişi deve yavrusundan ayırılamaz. Deveye “üzüntülü mal” denir. Yavrusunun
öldüğü yere üç yıl boyunca gelir ve orada ağlar.
Koç boynuzu atılmaz. Koyunla at sıcak nefesli hayvanlardır. Koçun boynuzu
eşya asmak için askılık yapılır. Böyle yapılırsa insan zenginleşir.
İnek ve keçi soğuk nefesli hayvanlardır. İnek buz üstüne sürülmez, sürülürse
ayaklarını kırar. Tok yaşamak isteniyorsa inek korunup esirgenmelidir.
Kutsal sayılan ata kamçı sa11anmaz. Kutsal boyuna bıçak çekilmez. Kutsal at
ve koyun ahırına bağlı, sahibine karşı müşfiktir. Kutsal at bulunan yılkıdan kulun,
kutsal koyun bulunan sürüden kuzu çalınmaz.


Yak boğası kışın ahıra bağlanmaz. Yaka, “yabani atalı mal” denir. Kışın en
soğuk olduğu günlerde yak boğası dağların başına doğru çıkar. Soğuktan donmaz, kurttan korkmaz. Yabanı hayvan da, yak da, insan da kendilerine uygun
yerlerde yaşamalıdır.
Tuvalılar besi hayvanının bağlandığı yeri baltayla kesmez, ağıl yıkılıp bozulmaz.
Eyerli at ağıl yanında dinlenir. Sürü ahırın içinde huzurludur. Hayvancılık
yapan insan; hayvanların yaşayacağı yeri, otlanacağı yeri, yatacağı ağılını dört
mevsime uygun olarak hazırlar.

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU

Tuva Belgesel Film Tanıtım Videosu


TUVALARIN ESKİ GELENEKLERİ / Öldürülmesi Yasak Olan Av Hayvanları, Kuşlar ve Balıklar

Öldürülmesi Yasak Olan Av Hayvanları, Kuşlar ve Balıklar

Tuva yurdunda avcılık en eski tarihten beri devam edip gelmiş. Bizim atalarımız
hayatlarını devam ettirmek, çoluk çocuğunu besleyip büyütmek, yokluk ve
kıtlığa düşmernek için; karadaki av hayvanlarını, kuşları ve balıkları uygun şekilde
avlayıp yemiş. Bütün bu av hayvanlarını gereksiz yere öldürmeyi yasaklayan
gelenekler de var.
Kuş yavruları öldürülmez. Kuşun yavrusu da insan yavrusu gibidir. Merhamet
duygusu insanın küçüklüğünden başlar.
Köstebek deliğinin ağzına zehir koymak yasaktır. Atalarımız, yer altında yaşayan
hayvanların yuvalarının ağzına suyu akıtmazlarmış. Tarla faresi, sıçan, yılan,
porsuk, köstebek delikleri kapatılmaz; çünkü bu saydıklarımız depremi ilk
anlayan hayvanlardır.
İnine giren balıkları öldürmek yasaktır. Balıklar güzün inine giderken, yazın
ininden çıkarken öldürülmez. Balıkların saklandığını suyun durgun yerleri, Tuva
inancında kutsalolarak görülür. Buzların arasında sıkışarak kalmış balıklar da
öldürülmez. Bu türbalıklar yerlerinden alınarak nehrin akan yerlerine bırakılır.
Yavrusu olan kara avları da avlanmaz. Yavrusu olan ceylan, maral Tuva avcılarınca
öldürülmezmiş. Yavrusu bulunan av hayvanı dinlenirken ürkütülmez,uzağından geçip gidilir. Bu hayvanları öldüren kişinin çoluk çocuğu hastalanır.
Eski Tuvalılar av hayvanını, kuşu ve balığı çok korumuştur ve esirgemiştir.


Tuvalılar kartalı nadir olarak öldürür. Kartal tüyleriyle ok atar, Şamanların.börklerini
süsler. Kartalın çevikliği, erkekğin yiğitliğine benzer.
Tuva’nın yüksek ormanıarında ak ayıyla seyrek karşılaşılır. Tuva avcıları ak
ayıyı görünce ateş etmezler. Ak ayı insanın yolunu gösterir, bu yüzden öldürülmez.
Ayının adı da doğrudan söylenmez; çünkü ayı kulağıyla yerde olanları işitir.
Ormanın av hayvanları çok kar yağdığında, aç kurtlardan kaçmak için ağılın
yanına kadar gelir. Bu hayvanlar da öldürülmez.
Kemirgenleri öldürmek yasak. Eski Tuva masallarında; tüm hayvanların canını
kemirgenler korurlar. Gök giirleyip, yağmur yağmaya başlayıp, yıldırım düşeceği
zaman önce kernirgenin haberi olur ve bağırmaya başlayarak diğer hayvanları
haberdar eder. Diğer hayvanlar bu haberi alarak kendilerini korumaya
alırlar.
Eşi olan turnayı öldürmek yasaktır. Günle gece, yerle gök, soğukla sıcak, erkekle
dişi tabiatın dengesidir. Onlar bu şekilde eşleşmiş olmasa hayat olmaz. Eş
turna, eşinden ayrılırsa hayatı boyunca kendine eş bulamadan yaşar.
Ak, kara, kızıl kurdu öldürmek yasaktır. Eskiden Tuva yurdunda ak, kara, kızıl
kurt çokmuş. Onları her gören öldürınüş ve nesIini azaltmış. Kökbörü çoğalarak,
av hayvanlarına ve besi hayvanlarına diişman olmuş. Bu yiizden o öldiiıüliir.
Kızıl kurt gören insan çocuk toyuyla karşılaşır. Ak kurt gören insan uzun yola
gider. Kara kurt gören insan matara ağzı açar (içki içer) derler.Yaşlı yaban keçisini öldürmek yasaktır. Yaban keçisi sarp kayalarda yaşar.
Yaşlandığında durmadan yatıp dinlenir. Genç yaban keçisi avcı gördüğünde sarp
kayalar arasında kaybolur gider. Yaşlısı kaçamaz. Buna rağmen çukurluk alanlarda
değil de dağın yüksekliklerinde yaşayarak yurdundan ayrılmaz.
Guguk kuşunu öldürmek yasaktır. Tuva’da guguk kuşuna “ıraajı” (şarkıcı
kuş) derler. Çiçekler açıp, melez ağaçları kozalaklandığında, guguk kuşu muhteşem
yazı seHimlar. Guguk kuşunun öttüğü yerde süt fazla, çocuklar şarkılı türkülü
olur.

Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU

Tuva Belgesel Film Tanıtım Videosu